Genç kelimesi Farsça “hazine” demektir. Kişinin tecrübesizliğinin kurbanı olduğu, suistimallere fazlasıyla da açık olduğu bir dönemdir. Ya tecrübe edinmeyi seçip düşe kalka büyüyecek ya da tecrübeleri dikkate alıp umut vadedecek.

Türkiye de 14-24 yaş arası takriben 20 milyon insan var. Nerden baksan 100 küsur ülke nüfusundan fazla, varın siz düşünün. Ayrıca Almanya, Japonya gibi devlerin yaşlı nüfus potansiyelini düşününce ciddi bir stratejik avantaj olduğu aşikar. Peki gençlik bize ne katıyor, ne kadar doğru kullanıyoruz?

Bir gençlik çalışanı olarak hep dile getirdiğim ve inandığım bir hakikat vardır. Bu ülkenin yer altı yer üstü tüm zenginliğini kenara koyun, tek başına zirveye taşıyacak ciddi bir potansiyeli varsa o da gençliktir.

Bugün gençliğin çok fazla sorunu var. Fırsat eşitliğinden tutun işsizliğe, öz değerlerinin yoksunluğundan tutun inanç kaybına kadar… Her biri başlı başına ele alınması gereken konular olsa da, tüm bunlardan bağımsız olarak gençlerin hayatında ki kayda değer eksiklik rol model aslında. Yani gençler biraz da popülizm mağdurudur diyebilir miyiz?

***

Cahiliye devrinde ki keşmekeşten sıyırılıp, daha temiz dünya inşa etmek isteyenler için hayal bile edilemeyecek rol modeldi Peygamber Efendimiz. Bugün yansımasının dünyanın dört bir yanından hissedilmesi boşuna değildir.

Bugünse gençler bir ezberin içinde yaşıyor. Okulda hocası, kitapta ki yazarı, sosyal medyada ki fenomenleriyle etrafı çevrilmiş ve karşılığı olmayan bir dünya inşa etmiş gibiler. Bedenleri tok, ruhları aç. Benzer çağlarda filozofların en tehlikeli insan türü olarak nitelediği bu gençliği kim inşa etti?

Bu sorunun cevabı biraz muamma olsa da, bilinçli veya bilinçsiz bu değirmenin suyunu taşıdığımız ortada.

Nasıl mı?

Misal geçenlerde resmi bir kurum tarafından davet edilen sosyal medya fenomeni Bursa’da çekim yaptı. Kurumlar reklam bütçelerini elbette istedikleri gibi kullanabilirler ama algı oluşturmak için yapılan ve amacına ulaşmayan harcamalara tepkiliyim. Vatandaş sözüm ona tarihi bir geçmişi ve estetiği olan işletmede çırak olarak sunulmuş. Bu çocuğun hayatı boyunca böyle bir iş yapmadığını biliyoruz. 14 dakikalık videonun toplasan 3-4 dakikasında ya var ya yok. Hikayeyi onun üzerinden kurgulamak için yola çıkmanı anlıyoruz da, niye yalan giriş bir giriş yapıyorsun mübarek?

Ulu Cami de sabah namazıyla çekime başlayan zat-ı muhtereme tek şey sormak isterim. Bu dinin Peygamberi “Müslüman yalan söylemez” diye buyurmadı mı? Beni bu olayda en çok üzen şey, günlerce heyecandan uykusuz kalan, pırlanta gibi saf ve temiz o çocuk orda hedefe giden yolda yalan beyan veya sunumun kısacası yalanın mubah olduğunu öğrendi. Sahi biz nasıl bir gençlik istiyoruz? Sözüyle özü uyuşmayan bir neslin vebalini kim yüklenecek?

Ayrıca “Bursa’da gençler hamburger bilmez, cantıkla öğünleri geçer” benzeri söylemlerin gerçeği yansıtmadığını, cadde başına inşa edilen ve dolup taşan AVM’lere bakınca anlamak güç değil. Popülist söylemler maalesef ki hakikati gölgelemiyor, daha somut adımlar lazım bize.

***

Yazarlar haklı olarak intihalden korkar. Fakat beni en az o kadar korkutan bir diğer şey de kalemimin kişisel haksızlığa sebep olması. İşin teknik detayı, bireylerin zihni alt yapısına vs. hakim olmadan da, yersiz bir yargı ile haksızlığa sebep olmak istemem. Fakat aşikar olanı es geçince, vicdanım rahatsız oluyor. Videonun verimli kısımları da vardı. Seyyar kütüphanenin öne çıkarılması güzeldi çünkü belediyenin hayata geçirdiği yerinde bir projeydi. Parkta akrobasi yapan gençlere nerdeyse hiç denk gelmedim, tüm video akrobasiden ibaret olsa daha verimli olurdu sanki. Zira amaç logo göstermekse gençlerin en iyi bildiği şey sosyal medya. Ver eline ekipman ve uzman otur seyret sonra.

Neyse bu işin sonu nereye varacak ve gençlik nereye gidiyor diye daha fazla boğmadan, ümit vari olalım, elbette iyi niyet kazanacak.