Ölüm; soğuk, sıcak, kar, boran, bahar ve yaz dinlemiyor.

Varlıklı olanları da, garibanları da yakalıyor.

İster 1 aylık, istersen 3, 5, 50, 60 hatta 100 yaşında ol, vaden dolunca gelip çalıyor kapını; ölüm.

Tıpkı çileli hayatı ve örnek mücadelesiyle Hz. Peygamber’e uğradığı, Hz. Nuh’u unutmadığı gibi.

Hele bir evlat, hangi mevkide, güçte olursa olsun babasını kaybettiğinde, yetim olduğunu anlıyor.

Şairin dediği gibi ‘baban ölünce, kaç yaşında olursan ol yalnızlaşır, yetim olduğunu anlarsın.’

Dün,

Mihraplı Cami’ndeki musallanın üzerine yatan, ardından da beyaz kefene sarılan babasına son kez bakan Gıyasettin Bingöl’ün öyle tahmin ediyorum ki, Şemsettin amcayla olan hatıraları gözünün önünden bir kez daha geçti.

Bu ‘son bakış’, Gutbettin ve Şaban Bingölbalı içinde de derin bir sarsıntı olmuştur.

Artık evlatlarını görünce tebessüm eden, elinde tesbihle ‘Bismillah’ diyen baba Şemsettin yok.

Vefat haberini ilk öğrendiğimde hemen aklıma, gönlüme, gözümün önüne; elindeki tesbihiyle babam geldi.

Ölüm çok acı ama gerçek; zengin, bakan, vali, vekil, fakir gözetmeksizin yanı başımızda geziyor.

İstikamet üzere yaşadığına, değerlerine sahip çıkarak ömrünü tamamladığına şahidiz, Şemsettin amcanın.

Yaratıcımız Şemsettin Bingöl’ü rahmetiyle kuşatsın, evlatlarına inşirah versin.

Yazıma, Necip Fazıl Kısakürek’in ölümü farklı bir pencereden bakarak tarif ettiği ‘Ölüm güzel şey’ şiirinden bir bölümle bitiriyorum.

“Kapı kapı, yolun son kapısı ölümse;

Her kapıda ağlayıp o kapıda gülümse!

O demdeki,perdeler kalkar,perdeler iner,

Azraile hoşgeldin,diyebilmekte hüner...

O dem çocuklar gibi sevinçten zıplar mısın?

Toprağın altındaki saklambaçta varmısın?

Ölüm ölene bayram,bayrama sevinmek var;

Oh ne güzel,bayramda tahta ata binmek var.!...”