Sonbahar gelmiş hoş  gelmiş.... 

Güneş yer yer o sıcak ve sevimli yüzünü gösterse de git gide soğuyan havalar, sarılı, kırmızılı, turunculu, yeşili renk renk öbek öbek sokakları süsleyen yapraklar sonbaharın iyiden iyiye geldiğini müjdeliyor… 

Ekseriyet, ölüm, ayrılık, kavuşma, acizlik gibi duygular üzerinden insanın ruhuyla kurduğu subjektif ilişkiyle bir bakıma yaşamın anlamını sorgulama mevsimi olarak değerlendirilen sonbahar, çokçası insanın özüne yönelik ontolojik çözümlemelere kapı aralar.

Hal böyle olunca, adı çıkmış dokuza inmez sekize bu mevsimin...

Yer yer haklılık payı olsa da yine de insaf ölçüleriyle değerlendirmiyoruz sonbaharı bendenize göre…

Eskiden beridir içimiz kararmış da çatacak yer arıyoruz…Sonbahar da mevsimlerin en sessizi, en garibi ya hırsımızı ondan çıkarıyoruz…

Oysa ne güzel nimetleri vardır sonbaharın...

Şıp şıp damlayan yağmur damlalarıyla ıslanan toprağın o keskin kokusunun bağrı yanık türkülere karışışı…

O türkü ki; biri yanık yanık, ben 'melâmet' hırkasını, kendim geydim eynime diye söylüyor. Gidip çıkartıyoruz o hırkayı gülerek. Hüzünleri taşa çalıyoruz; kime ne?

Bizim gibi köy hayatının mayasıyla yoğrulanlar elbet bilirler, soğuk kış günlerinde kahvaltı sofralarımızı tatlandıran reçellerin, tadı damağımızda kalan konservelerin, salçalarının hazırlanışının zahmetli ve bir o kadar da keyifli yolculuğunu…

Evlerin bacalarından tüten dumanların kül rengi bulutlara karışarak öyle şiirsel fotoğraflar sunar ki, nice şairler mısralarını sonbaharın renkleriyle süslemişlerdir…

Çiçekli badem ağaçlarını unut.

Değmez,

Bu bahiste

Geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı.

Islak saçlarını güneşte kurut

Olgun meyvelerin baygınlığıyla parıldasın

Nemli, ağır kızıltılar…

Sevgilim, sevgilim,

Mevsim

Sonbahar…

Der Nazım Hikmet…

Durgun havuzları işlesin bırak

Yaprakların güneş ve ölüm rengi,

Sen kalbini dinle, ufkuna bak.

Düşünme mevsimi inleten rengi

Elemdir mest etsin ruhunu

Eser rüzgarların durgun ahengi.

Yan yana sessizce mevsimle keder

Hicrana aldanmış kalbimde gezin

Esen rüzgarlara sen kendini ver.

diye yad eder Ahmet Hamdi Tanpınar…

Velhasıl-ı Kelam;

Zamanın gri gölgeler halinde ruhlarımızdan döküldüğü şu güzelim sonbahar günlerinde hüznü zevke dönüştüren bir geleneğin temsiliyle, kısalan günler, sararan yapraklar, yağan yağmurlar ve efil efil esen rüzgarların müjdelediği o sanatsal hüznü bir kez daha yorgun ruhlarımızda taşıyoruz…

Kimimiz gelip geçen ömrümüze yanarken, kimimiz sevgiliyle geçen güzel yaz günlerinin özlemini duyuyoruz… 

İnsan böylesi bir yaşam döngüsünün içerisinde ayakta kalabilmek için hayal etmeye daha fazla ihtiyaç duyuyor... Şöyle neşesiyle, sıhhatiyle güzel günlerin hayali..

Ve bu hayalin saltanatıyla bir kez daha Hoş Geldin Sonbahar diyorum…

TARİHİN GÖR DEDİĞİ

Türkçe' yi Lâtin harfleriyle ilk kez,  3.Selim'in kız kardeşi Hatice Sultan yazmaya başlamıştı...

Evet yanlış okumadınız! 

Danimarka'nın eski İstanbul Büyükelçisi Baron de Hübsch'ün Büyükdere'de inşa ettirdiği yalının bahçesini gezen Padişah 3.Selim'in kız kardeşi Hatice Sultan, kendisi de böyle bir bahçe yaptırmak ister...

Sultan'a o dönem birbirinden değerli İstanbul gravürleriyle ünlü ve aynı zamanda iç mimar olan Alman Ressam Melling tavsiye edilir...

Melling, Hatice Sultan'a tam da istediği gibi bir bahçe düzenledi... 

Bahçenin düzenlenme süreci boyunca Melling ve Hatice Sultan arasında adeta entelektüel keşif olarak değerlendirilebilecek Türkçe'nin Latin harfleriyle kullanıldığı mektuplaşmalar olur...

Böylece Atatürk'ün Harf Devrimi'ni gerçekleştirdiği 1928 yılından tee 130 yıl önce Türkçe ilk kez Lâtin Harfleriyle yazılmaya başlanmış olur...