Öncelikle Anayasamızın 41. Maddesini ifade ederek başlayalım.

Anayasamızın 41 maddesi ile; “Aile birliğini korumak, huzur ve refahını artırmak ve bu konuda gerekli tedbirleri almak” devlete vazife olarak yüklenmiştir.

Biz bu kanun gereği, “aileyi ve aile bütünlüğünü tehdit eden her ne varsa, elbette ki onun karşısındayız.” Aile, toplumun en küçük ve en sağlam yapısıdır. Çok kıymetlidir. Sağlıklı ve güçlü bir aile yapısı olan milletlerin; tarih boyunca içten ve dıştan gelen maddi ve manevi güçlüklere dayanma, tehditlere direnme kabiliyetleri hep yüksek olmuştur.

Son 15 yıl verilerine baktığımızda “Aile”’nin çözüldüğünü görüyoruz. Ne demek bu: Evlilikler azalıyor, boşanmalar artıyor, nikahsız birliktelikler teşvik ediliyor.

***

2000 yılında 13 evliliğe karşılık 1 boşanma gerçekleşirken, Bugün 4 evliliğe karşılık 1 boşanma gerçekleşmektedir. Aile çözülmesi olunca ne olur? İstatistikler göstermiştir ki, Adli suçlar, şiddet suçları, alkol ve madde kullanımı artmaktadır. Ailenin çözülmesi demek, o toplumun dağılması, yok olma sürecinin başlamasıdır.

Kadın ve Aile Politikaları ile ilgili mevzuat 2001 den bu güne kadar 11 defa değişti.

  1. Türkiye 1985’de CEDAW’ı İMZALADI,
  2. 2001 Türk Medeni Kanunu’nun değiştirilmesi,
  3. 2005 Türk Ceza Kanunu’nun değiştirilmesi,
  4. Töre ve Namus Cinayetleri Başbakanlık Genelgesi,
  5. 2007-2010 Kadına Şiddet Ulusal Eylem Planı,
  6. 2011 İstanbul Sözleşmesi,
  7. 2012 Aileyi Koruma ve Kadına Şiddeti Önleme Kanunu,
  8. 2008-2013 Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı,
  9. 2012-2015 Kadına Şiddet ULUSAL Eylem Planı,
  10. 2014-2018 Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı,
  11. 2016-2020 Kadına Şiddet Ulusal Eylem Planı,
  12. 2018-2023 Kadının Güçlenmesi Strateji Belgesi ve Eylem Planı.

Bu yazımızın konusu olan İstanbul Sözleşmesi de bu çalışmalardan biridir.

İstanbul sözleşmesini anlayabilmemiz için öncelikle durum tespiti yapmak gerekir. 2. Dünya Savaşı sonrası dünya değişti. Klasik sömürgecilik bitti.

Yani askerle, silahla ülkelerin işgali ve sonrasında yeraltı-yerüstü zenginliklerine el koyma, insanı köle olarak çalıştırma ortadan kalktı.

Bunun yerine başka türlü sömürgecilik anlayışı geliştirildi. Bu sömürü düzeni artık sıcak savaşa ihtiyaç duymuyordu.

Yeni sömürü yöntemi; hukukla, yasalarla, mevzuatlarla ülkelerin siyasi, ekonomik, sosyal yapısı bozulacak ve uluslararası kurumlarla kontrol altına alınacak, çıkarılan kanunlarla yeraltı -yerüstü zenginlikleri sömürüye açık hale gelecekti.

***

İçinde bulunduğumuz zaman dilimi işte böylesi uygulamaların olduğu zaman dilimidir…

Toplumsal yapı üzerinde planlanan değişiklikler; toplumun inşa olduğu değerler ve bu değerleri tanımlayan kavramlar üzerinden yapılır. Yeni kavramlar oluşturulur ve bu kavramlar ile aslında toplum yeniden inşa edilir. Dış güçlerin istediği gibi bir inşa, çürük bir yapı !

Biz meselelere bu hassasiyet ile bakıyoruz. Konu olan “İstanbul Sözleşmesi” …

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ

“Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi” (kısa adıyla İstanbul Sözleşmesi),

11 Mayıs 2011 tarihinde Ankara’da imzaya açılmış, Türkiye imzalamış,

14 Mart 2012 tarihinde ise onaylamış, 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu güne kadar Türkiye dahil Avrupa Konseyi üyesi 20 ülke tarafından onaylanmıştır.

İstanbul Sözleşmesi 81 maddeden oluşur.

“Kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla ilgili mücadele” başlığından kadına yönelik şiddetin önüne geçmek üzere alınana kararlar olduğu anlaşılıyor. İçeriğe baktığımızda, İstanbul sözleşmesi “toplumsal cinsiyet eşitliği” felsefesi üzerine inşa edilen bir sözleşmedir.

İstanbul Sözleşmesinin üzerine inşa olduğu bu kavram, nedir? Buna bakalım… Toplumsal Cinsiyet Eşitliği nedir?

En basit haliyle;

Kadının ve erkeğin biyolojik cinsiyeti ve kimliğinin, toplum tarafından inşa edildiğine inanır ve bununla mücadele edilmesini öngörür. Mücadele mantığı olarak cinsiyetlerin farklılığını kabul etmez, sonradan toplumun inşa ettiğini savunur. Bundan dolayı “cinsiyetsiz” kabulünün mücadelenin başlangıcı görür.

***

“Kadını ve erkeği birbirinin karşısında konumlandıran ve çatıştıran”, “Kadın ve erkeğin birbirine karşıt olduğu” üzerine temellenen felsefedir.

Bu felsefe bakış açısıyla hayatı, toplumu, aileyi okur.

Buna göre;

Erkek egemen-ataerkil davranış kalıpları içinde erkeğin kadını ezdiği, ikinci plana ittiği, kadın üzerinde tahakküm kurduğu bir teoriden beslenir.

Ancak bizde, bizim inancımızda “aile” böyle değildir.

Aile kadın ve erkekten oluşur.