O bir dolandırıcılık ve kabadayılık uzmanı. 30 yıllık meslek hayatında birçok dolandırıcı ve kabadayıyı anılarında antika gibi biriktirdi. 1945 yılında polis kolejine kaydolarak mesleğe ilk adımını atan, Bankalar Caddesi'nde kapkaççı kovalayarak teoriden pratiğe geçen emekli Emniyet müdürü Yaşar Danacıoğlu, çok şey gördü, hiçbirini unutmadı. 

Yaşar Danacıoğlu, tulumbacı geleneği olarak başlayan kabadayılığın, mahalle ağabeyliğinden, bitirimhane işletmeciliğine, mafyaya dönüşüşünü gözlemledi. 
Amatör itfaiyecilik olarak kabul edilen tulumbacılık kaldırılıp itfaiyenin kurulmasından sonra çok sayıda gencin işsiz kalmasıyla kabadayılığın çıktığını hatırlatan Danacıoğlu, eski kabadayıları şöyle anlattı: "Racon keserlerdi. En ağır raconlar kumarda hile yapmamak, başkasının kızına göz koymamak, hırsızlık yapmamaktı. Silah kaçakçılığıyla, uyuşturucuyla, çete işleriyle ilgileri yoktu. Mahallelerinde başları eğik saygılı adamlardı. Kabadayılar karakola gitmemeleriyle övünürdü. Şimdikiler gibi polise yakalanmak, hapse girip nam salmak adetleri yoktu. Birçok zaman polise yardımcı bile olmuşlardır. Bir nevi fahri polistiler." 

***
Çarşıkapılı Battalağa Danacıoğlu, mahalle kabadayılarının sınırları olduğunu, başka semtlerde kavga etmediklerini söyledi. 1950'lilerin en önemli kabadayısının Çarşıkapılı Battalağa olduğunu belirten Danacıoğlu anılarını şöyle aktardı: 
"İstanbul'un en büyük bitirimhanesini yani kumarhanesini işletirdi. Hile, yalan, dolan yoktu. İstanbul'un birçok yerinden kumar oynamak için gelirlerdi. Ama Tophane'deki bitirimhanelerde her türlü pislik vardı. Fevzi Öz'ün babası Ali Öz de Battalağa'nın yanında yetişen kabadayılardandır. Zamanın birçok önemli kişisi Battalağa cezaevine girdiğinde ziyarete gider, saygıda kusur etmezdi." 
Bölge bölge aklında Dönemin kabadayılarının çoğu, bölge adlarına göre Danacıoğlu'nun hafızasında yer etmiş: 

***
"Karagümrük'te Yarımdünya İsmail, Süleyman Şuda, Vadullah ve Sadullah kardeşler. Çarşıkapı'da Battalağa, Fevzi Öz'ün babası Ali Öz, Rizeli Nazım. Unkapanı'nda Kürt Abbas, Bahriyeli Rafet, Beyaz Nuri, Cabbar Kilimci. Küçükpazar'da Arnavut Küçük Cafer, Tahtaburun Sezai, Hasan Heybetli'nin babası Hüsso lakaplı Hüseyin Heybetli. Kasımpaşa'da Arnavut Büyük Cafer, Zımzım Mustafa, Bahriyeli Muhteşem. Yenişehir'de Rum Dayiyani, Sinebar Recep. Tahtakale'de Aşureci Kemal, Nazım ve Zülfi kardeşler, Boksör Niyazi, Kako Memed, 'Kürt İdris' İdris Özbir. Çeşmemeydanı'nda Çamur Şevket, Köfte Mustafa, Yarımyanak Mustafa, Necdet Kuka, Yılmaz Doğan. Galata'da Oflu Hasan, Hüseyin, Osman kardeşler." 
O dönemde komiserlerin de birer 'saygıdeğer kabadayı' olduğuna değinen Danacıoğlu şöyle dedi: 

***
"Bir kabadayı suç işlediği zaman komisere olan saygısından dolayı, suç aletiyle birlikte teslim olurdu. Komiserlerin hepsinin de lakabı vardı. Topal Abdurrahman, Mangal yürek Kemal, Uğur Dündar'ın babası Osman Dündar, Alican bey, Tulumbacı Mustafa bey, Palabıyık Mustafa bey, Çamur Ahmet, Sarı Mehmet, Madalyalı İhsan bey, Vedat Sokullu, Çakır Burhan gibi." 
Danacıoğlu, dayılık raconunun 1960'lı yıllardan sonra bozulduğunu belirtip şöyle devam etti: 
“Sürekli hükümet değişimi polisi de etkiledi ve bir otorite boşluğu oluştu. Yurtdışına gidip gelen kabadayıların dünya görüşleri değişti ve büyük suça yöneldiler. Siyasi olaylarla silah kaçakçılığı arttı. Meşhur 'Baba' filmi kabadayıları mafya olmaya özendirdi." 
Boks ringinde keşfedilmiş 1929 yılında İstanbul'da doğan Yaşar Danacıoğlu 1945 yılında henüz 15 yaşındayken boks antremanını seyreden biri tarafından keşfedilmiş ve polis kolejine girmiş. Boksta İstanbul, Ankara ve Türkiye birincilikleri olan Danacıoğlu, spor yerine okumayı tercih ederek beş yıllık eğitimini tamamladıktan sonra 1949 yılında Bankalar Caddesi'nde kapkaççı kovalayarak mesleğe başlamış. 30 yıllık meslek hayatında Atatürk Havalimanı Şube Müdürlüğü, Balıkesir Emniyet Müdür Yardımcılığı, Bilecik Emniyet Müdürlüğü, Mardin Emniyet Müdürlüğü, Erzincan Emniyet Müdürlüğü gibi önemli görevlerde bulunan Danacıoğlu, 1978 yılında Merkez Emniyet Müdürlüğü'ne atanınca emekliye ayrılmış. 

***
Yaşar Danacıoğlu, 45 yıllık hayat arkadaşı Nuray hanım ile Fatih'te mütevazı bir yaşam sürerken, büyük kızı Rana Avustralya'da avukatlık yapıyor. Küçük kızı Esra Danacıoğlu ise Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Kürsü Başkanı. Dolandırıcıların kralı Eyüplü Halit Yaşar Danacıoğlu, dönemin en ünlü dolandırıcı olarak nam salan Sülün Osman'ın, ismi kadar büyük olmayıp basit bir çimento dolandırıcısı olduğunu anlatıyor. 
Danacıoğlu, o dönem Beyoğlu muhabiri olan Halit Çapın'ın, Sülün Osman'a Eyüplü Halit'in marifetlerini yüklediğini öne sürüp, "Veya Sülün, Eyüplü Halit'in marifetlerini kendi marifetiymiş gibi anlatarak Halit Çapın'ı dolandırdı! Orasını bilemiyorum" diye anlatıyor. Sahte karakol bile kurmuş İşte onun ağzından meşhur Eyüplü Halit'ten birkaç dolandırıcılık örneği: 
"Eyüplü Halit, akla hayale gelmez işler yapmıştır. Kuleyi, Eminönü'ndeki saat kulesini satan Sülün değil, Eyüplü Halit'tir. Bu adam Osmanlı'dan devrolmuş bir dolandırıcı. Osmanlı'da da sabıkası var. Girit kökenlidir. Çok güzel Rumca konuşur. Türkçe okuma yazması yok ama Fransızcası fevkalade. Mesela bakın ne yapıyor: İstanbul'un işgal altındaki son günleri... Türk ordusunun şehre girmesine üç-dört gün kalmış. Eyüplü Halit, arkadaşı Arap Abdullah'la birlikte Feridiye semtinde bir ev kiralayıp kendine bir 'karakol' açıyor. 'Birkaç kuruşa hiddeti geçer' Kentte o zaman tam bir otorite boşluğu olduğu için kimse de bunu garipsemiyor. Kendisi 'komiser', Abdullah da 'bekçi' rolünü oynuyor. Eyüplü Halit, Arap Abdullah'ı bölgede oturan paralı Rumlara gönderip 'karakola' çağırtıyor. Ve kızgın komiser rolünde onları sıkıştırıyor: "Masum insanları ihbar edersin ha? Göstericem gününü!" 

***
Arka odayı da nezarethane dekorunda düzenlemişler. Adamları 'nezarete' attırıp 'bekçi' Arap Abdullah'ı yanlarına gönderiyor. Diyor ki orada Abdullah: "Aslında komiser göründüğü kadar hiddetli değildir, hani şöyle birkaç kuruş sıkıştırsan..." İki üç gün içinde zengin Rumları bu numarayla soyuyorlar. Türk ordusu şehre girmeden bir gün önce de bu 'karakol' kendiliğinden kapanıyor." "Eyüplü Halit cezaevinden çıkmasına bir gün kala, kaldığı koğuşa yeni bir mahkûm giriyor. 
Eyüplü Halit yeni mahkûmu merdivenlerin altındaki odunluğa götürüp, "Bak kardeşim. Bu koğuşun sobası bana ait. Ama ben yarın çıkıyorum. Sobanın yanmasından ben sorumluyum ve her gün diğer mahkûmlardan 5'er kuruş alarak yolumu bulurum. Seni sevdim, 15 lira verirsen bu sobayı sana satarım" diyor. Yeni mahkûm Eyüplü Halit'e 15 lira veriyor. Eyüplü Halit ertesi gün cezaevinde ayrılıyor. Yeni mahkûm ise işe koyulup sobayı yakıyor. 

***
Diğer mahkûmlar ise şaşkın şaşkın 'Ne iyi adam, kendi kendine sobayı yakıyor' diyor." Mekke'ye kestirme tünel! Danacıoğlu 'hacı ağa' sözcüğünün kökenini de Osmanlı dönemine dayandırıyor. Bankalar Caddesi'nin o devirde paranın merkezi olduğunu söyleyen Danacıoğlu, sözlerini şöyle sürdürüyor: "O zamanlar hac yolculuğu, yelkenli veya buharlı gemilerle yapılıyor. Toplanma yeri de Galata-Eminönü çevresi. Birtakım kurnaz dolandırıcılar bölgeyi mekân tutmuş, Anadolu'dan gelme saf ve paralı hacı arıyorlar. Bulduklarında da bunları Tünel kapısına götürüp "Bak hemşerim" diyorlar; "Padişahımız bir tünel açtırdı. Kestirmeden Mekke'ye çıkıyor." Bilet ücreti diye adamın parasını alıyor, Tünel'e bindirip uğurladıktan sonra toz oluyorlar."