Bahar günlerinin ilk müjdecisi cemreler ďüşeliden beri yağmur damlaları bizim evin camını her tıklattığında kâh toprağın taze kokusunu içime çekiyor, kâh cıvıl cıvıl kuş seslerinin sevdalı türküleriyle gönlümü eyliyor, kâh çayırların arasında nazlı nazlı açan rengarenk çiçeklerin hülyasını kuruyorum...

Kış günlerinin matemli havasından kurtulmanın sevinciyle Allah'a şükredercesine  gri renkli bulutların arasından tatlı tatlı gülümseyen güneşe karşı yüzümü kaldırıp dualar ediyorum. 

Başak tarlalarının içerisine boylu boyunca uzanıp,  aşka aşina olduğumuz o bereketli günlerin özlemiyle buruk bir şarkı mırıldanıyorum...

Koca dağların ardından salkım salkım dökülen umutlar,  bahar meltemin kanatlarına tutunarak ruhumun vadisine doğru esiyor ve ben sessiz sedasız kaya çiceğine dönüşüyorum sankim...

Yaşamın aşılması zor, kaya gibi sert ne kadar çilesi varsa sevginin,  merhametin, vefanın ve hoşgörünün balyoz darbesiyle bir çırpıda kırarak içinde saklı duran güzellikleri bir çocuğun saf yüreğiyle çekip çıkarıyorum...

Kırıldığım, gönül koyduğum kim varsa Bağışlayan ve Esirgeyen Allah'ın adıyla aramızdaki mesafeleri kaldırıyor,  gönülleri tekrar kavuşturmanın o ebedi saadetiyle  üzerine yağmur tanesi düşmüş güllerin üzerindeki ışığı toplayarak  karanlığın içerisinde uyuyakalmış insanların gönlüne gönlüne tutuyorum. 

Tan vaktinin uzattığı ele yapışarak kalbimi, günün 5 vakti güneyden esen rüzgara bırakıp  sonsuz bir boşluğun içinde yuvasında çırpınan bir yavru kuşunun annesini araması gibi delicesine kendimi arıyorum...

Kış boyu düşlerimize prangalar vuran miskinliğimizi,  sarmaşıkların, karanfillerin, şebboyların, sardunyaların, güllerin sarıp sarmaladığı köyümüzün dar sokaklarında sevda kurşunuyla vurarak dumanı üstünde tüten memleket türküsünün dizleri dibinde yeniden doğuyorum..


Gelinlik kızların çeyizi gibi,  Yiğit delikanlıların sevdası gibi,  ihtiyarın tesbih taneleri arasında büyüyen zikri gibi analarımızın nasırlı elleriyle okşadığı havayı gergef gergef işledim yüreğime...

Dudaklarımda, bahar akşamlarının ustura kızıllığına karışan tutkulu şiirler biriktirdim, gün gelip saçabilmek ucu bucağı olmayan hüzün deryasına doğru....

Zihnimi kurcalayan düşünceler ruhumun duvarlarına kara gölgeler halinde düşerken ben ilk kez kendimden bu kadar koparılmış hissediyorum bir zaman sonra...

Dolaşırken tenhasında bahar gecenin, ölüme, aşka, sevgiye, yalnızlığa ve umuda dair düşüncelerimin arasında volta atıyorum söz gelimi...

Nereye gitsem, hangi kapıyı çalsam, hangi yüreğin limanına yanaşsam karanlığın dalkavukluğunu yapanlara karşı iyiliğin,  doğruluğun,  adaletin,  sevginin,  şefkatin, hoşgörünün, merhametin propagandasını yaparken insanlığın buz kesmiş kalbini ısıtmanın mukaddes çabasını veriyorum eğile doğrula, düşe kalka...

Bitmek tükenmek bilmeyen can sıkıntılarının için için yalnızlık aşıladığı günümüzde ancak pek azımızın  mutluluk ufuklarına dokunabildiği bir zaman teknesine binerek yaşam denilen okyanusun içerisinde ufka  doğru yol alıyorum...

Ardından, hayatımın en güzel yıllarını geçirdiğim bu topraklarda, hatıralarımızla yadettiğimiz zamanların maneviliğine bürünerek, emellerimiz ve hülyalarımızla yapılmış, bize ömrümüzde vadolunmuş bir saadet şehrinin ruhumuzla taziz ettiğimiz güzelliklerini çiziyorum yetim çocukların düşlerine...

Havalar ısındıkça tutsaklıktan,  korkudan kaçıp kaçıp devrik  bir cümlenin öznesi olarak  şimdilerde tek tük kalsa da akıp giden zamana meydan okuyan  ahşap ve kerpiç evlerin bacalarından yükselen türlü çeşit hikayelerine  karışıyorum...

Sevdiğimin leylak bakışlarında kendimi görüyorum da gecenin karanlığında kılık kırk yararak pencerenin pervazı arasından gün ışığı gibi odaya süzülen gülşeninde sabahlıyorum...

Beni bu kasvetli şehirden alıp sevgiyle,  merhametle ve vefayla güzelleşen gönül cennetine götürecek bir beyaz geminin hayalini kuruyorum ağır başlı nehrin kıyısında...

İstiyorum ki, bize ait olmayan bu hayatın içinde kapana kısılmış ökse kuşu misali çırpınmaktansa sevda ülkesine doğru kanatlanayım. 


Havalar bir ısınıp bir soğusa da baharın inişli çıkışlı huzuruyla diyeceğim o ki;

Özlüyoruz...O eski mekanları ve o mekanlardaki bizi,  sevgiyle birbirine yaslanan, vefa ve fedakarlığın güzelleştirdiği insanları özlüyoruz...

Bugünün kentlerinde ve o kentleri çevreleyen ruhsuz,  zevksiz yapılar arasında yalnızız. Bunca zaman yalnızlığımıza merhem olan sevgi,  saygı,  vefa ve fedakarlık gibi değerlerimiz gittikçe hayatımızdan çıkıp gidiyor. Değişen dünya  bizlere her geçen gün daha fazla fiziksel konfor getirse de ruhsal konforumuzu alıp götürüyor. 

Oysa, 

Sükutun huzurunu içimize çekerek  her geçen gün çölleşen kalplerimizi merhamet ve hoşgörü ile yeniden yeşertmek için perde arkasından konuşmayı bırakıp birbirimizin gönlüne bakarak konuşalım diyorum...

Hz. Yunus'un dediği  gibi:

Gelin tanış olalım,
İşin kolayın tutalım
Sevelim sevilelim,
Dünya kimseye kalmaz