Marmara Denizi’nin karşı karşıya kaldığı ‘deniz salyası’ olarak adlandırılan müsilajla ilgili haberleri okuyanlar bilir.

Nedir bu olay peki ? Deniz salyası, deniz ortamında oluşan mikroorganizmaların aşırı artış göstererek ortama salgıladıkları organik bileşikler sonucunda oluşuyor. Bu organik bileşikler suyla temas ettiklerinde şişiyor, gözle görünür hale geliyor ve deniz salyası oluşuyor.

İnsanoğlu doğaya o kadar zarar veren bir canlı ki bunun örneğini sokağa çıkma yasağında daha iyi gözlemledik. Doğayı rahat bırakan insanoğlu doğanın kısa süreliğine bile olsa nefes almasını zoraki sağladı.

Denize atılan plastik atıklar maskeler ve burada ismini sayamadığımız yüzlerce atık hunharca denize atılıyor. Denize arıtılmadan bağlanan kanallar evsel atıklar fabrika zehirleri ve daha niceleri. Yer yüzünde ekmek yediği kaynağı kirleten tek varlık insan.

Balığını yediğin denize çöp atmanın izahı mümkün değildir. Şimdi bir seferberlik aldı başını gidiyor bakanlar valiler belediye başkanları deniz salyası ile mücadele ediyor. Bunun bu hale gelmesinde yol mu bir ihmal elbette araştırılması gereken bir konu.

Şimdi tüm gözler denizlerde. Peki yıllarca tarım arazilerinin betona çevrilmesi dizce bir kara müsilajı değil mi? En verimli araziler ranta çevrildiğinde kara müsilajı olmuyor mu? Neden bu kara müsilaj hiç konuşulmuyor? TÜİK 2016 verileri, Türkiye’nin 769 milyon 632 bin dekarlık karasal büyüklüğünün yaklaşık yüzde 30.8’ini tarım alanları oluşturduğunu gösteriyor.

Ancak bu oran her yıl gitgide azalıyor. Zira 1988’de aynı oran yüzde 36.1 iken 2000’lere gelindiğinde yüzde 34’lere kadar inmişti. Yapılaşmanın artması ile son olarak işlenen tarım alanları Türkiye’nin toplam büyüklüğünün yüzde 30’larına kadar geriledi. Yani yaklaşık son 30 yılda 40 milyon dekar tarım alanı yapılaşmaya terk edildi. Kanada’dan nohut ithal ediyoruz. Rusya’dan buğday, öyle hale geldik ki bu toprakları müsilaj belası gibi beton sardı. Biran önce karadaki müsilaj için de bir seferberlik başlatılmalı. Yoksa kuru ekmeğe muhtaç olacağız.