Anam; 'Sen bu evde doğdun' derdi.

O gün bugündür eğile, dikile, düşe kalka, güle ağlaya 38 yılı devirdik. Anamın anlattığı hikayeler bir yana bendeniz de hayal meyal bir şeyler hatırlıyorum bu eve dair. Gittikçe yaşlanan bu evin içerisine ne zaman adım atsam yıkılacağından ve cumburlop evin dibini boylayacağımızdan korkardım.

Dış görünüşüyle, yer yer ahşap, yer yer kerpiç sıvası, ahşap döşemeleri ile kendine mahsus zerafeti vardı sankim bu evin...

Şimdilerde hayli yaşlanan şu evcağız da yaşamak nasip olmasa da Gocanımın oturduğunu hatırlıyorum mesela. Yol tarafındaki camın önüne oturur gelen geçeni gözlerdi.

Torunlarını pek severdi Gocanam. 3 aylığını almaya gittiği gün yolunu gözlerdik ki eli hiç boş gelmezdi rahmetli. O gün gönlümüzü hoş tutacak ne varsa alırdı da mutluluktan uçardık. Allah rahmet eylesin, toprağı bol olsun bendenize en son oyuncak traktör almıştı.

Şu siroz belası Gocanımı bizden kopardığında, çok kalbi işte inanmak istememiştik. Allah biliyor ya en çok da benimle anlaşırdı. Torunlarına karşı ne kadar hoş sözlü, tatlı dilliyse çocuklarına, gelinlerine karşı da o kadar sertti.

İşitirdim, rahmetli dedeme de gün yüzü göstermemiş. Zavallı dedem. Anamın anlattığına göre pek tatlı pek saf kalpli pek ton ton bir adammış. Tanıyamadım ya ona yanarım.

Neyse…

Ne diyorduk, tıpkı insan gibi zamana direnemeyen bu ev de bugünlerde yaşlılığı iliklerine kadar yaşıyor.

Tıpkı insan gibi yaşlandıkça merdivenleri döküldü, tahtaları çürüdü, camı çerçevesi birer birer yok oldular. İyi kötü bir iskeleti kaldı işte. O da gelen geçene birkaç kare fotoğraf çekerler belki diye şimdilik zamana direniyor. Lakin onun da ömrü çok uzun değil. İnsan bile ne kadar yaşarsa yaşasın eninde sonunda parça parça kopup gidiyor bu hayattan. Şuncacık ev mi kalacak?

Bir zamanlar baht açıklığı ile bahtsızlık arasında gidip gelen bir yaşam serüveni içerisinde birbirlerine yaslanarak mutlu olmayı başarabilmiş insanların kahkahalarının yükseldiği bu ev artık gelip geçenler için yoksulluğa dair tefekkür kapısı oldu bir bakıma.

Çat kapı geliveren ihtiyarlığına ağlayarak mazinin hüznünü bir hazan şarkısı gibi kulaklarımıza fısıldarken zaman zaman da en sade ve küçük tesadüflerin sinesinde yaşam süren insanların mütevazi hayatlarına hediye ettiği çocuksu neşenin soluk alıp verişleri de hissedebiliyor halen.

Hayallerimiz, bize en çok benzeyendir der Victor Hugo. Bu evin her geçen gün daha da köhneleşen duvarlarının arasında masumiyetini hiçbir zaman yitirmeyen hayallerimiz zamanın sisleri arasında belli belirsiz yol almaya devam ediyor.

Büyüdükçe bu eve dair hatıralarımda büyüyor sanki. Yolu yaraladığımız şu yaşam denizi içerisinde fırtınalı günlerde sığındığım bir liman gibi hatıralar. En umutsuz anlarımda, bir çocuk ana kucağına nasıl atarsa kendini ben de öyle atıyorum hatıralarımın sinesine kendimi. O hatıralar arasında nice karanlıkları aydınlatan sevgiyi, umudu, dostluğu, dayanışmayı bulup çıkarıyor bir baston gibi onlara dayanarak yol alıyorum.

Ve zaman yolculuğunda her adım atışımızda daha da çocuklaşıyorum hissediyorum.

Hadi buradan sonra Cahit Sıtkı’nın olsun söz:

Affan Dede’ye para saydım,

Sattı bana çocukluğumu.

Artık ne yaşım var, ne adım;

Bilmiyorum kim olduğumu.

Hiçbir şey sorulmasın benden;

Haberim yok olan bitenden.

Bu bahar havası, bu bahçe;

Havuzda su şırıl şırıldır.

Uçurtmam bulutlardan yüce,

Zıpzıplarım pırıl pırıldır.

Ne güzel dönüyor çemberim;

Hiç bitmese horoz şekerim!