Size başımızdan geçen gerilim, polisiye ve kara komedi tadında Arjantin Patagonyası’nda gerçekleşmiş bir olay anlatacağım…

Yaşadığım kasaba olan Arjantin/El Calafate kasabasından 80 km. uzaklıktaki Perito Moreno buzullarına doğru iki arkadaş kendi aracımız ile yola çıktık.

Buzullara daha önce defalarca gitmeme rağmen, yakında ülkeme bir süreliğine döneceğim için bir daha göreyim istemiştim.

Burası Patagonya bölgesine gelip de görülmeden geçilemeyen bir yer. Bu tarafa yolu düşen herkes mutlaka gider buzullara.

Yolda gezginci tayfa genelde otostop çeker o bölgeye ulaşmak için. Çünkü otobüs parası 100 TL’den fazladır.Biz de ne zaman oraya gitsek, araçta yer varsa birilerini mutlaka alırız.

Bu kez, Buneos Aires’de yaşayan Venezuela’lı bir çocuğu aldık. Çocuğun araca bindikten ve tanışma faslı geçtikten sonra bize sorduğu ilk şey, milli parka nasıl ücretsiz gireceği oldu.

Buzulları görmek için milli park giriş ücreti 100 TL.  Ama bize ücretsiz, çünkü biz kasaba halkındanız.

Çocuk parası az olduğu için giriş ücretini ödemek istemiyordu. Ona hak verdim. Gezgincilik zamanımdan çok iyi anlıyordum onu.

“Riskli bir fikrim var ama kabul eder misin bilemem. Gişelere gelmeden seni bagaja sokarız, gişeleri geçince çıkarsın. Bagaja bakmıyorlar çünkü, “dedim.

Çocuk, “Olmaz, başka yol var mı?” dedi.

Ben de “Gişelere gelmeden inersin 2-3 saatlik bir yürüyüşle dağ tepe tırmanıp gişeleri bu şekilde (belki) geçebilirsin. Ama zamanın çok az, çünkü zaten öğleden sonra geldik ve park 3-4 saat sonra kapanacak,” dedim.

Çocuk, bagajda gidemeyeceğini, kapalı alan fobisi olduğunu söyledi.

O zaman mecburen giriş parasını ödemek zorunda olduğunu söyledim.

Çocuk da üzgün bir ses tonuyla “Peki öderim,” dedi.

Yarım saat daha gittik,  gişelere yaklaşırken bizimki fikrini değiştirdi.

“Peki,” dedi. “Bagaja girerim ama çok uzun sürmezse.”

Ben de sıra yoksa bir dakika da geçeceğimizi belirttim.

Çocuk kabul etti.

Gerçi araç Palio ve bagaj küçüktü. İki büklüm soktuk çocuğu bagaja.

Tam hareket ederken yanımızdan tur otobüsü geçti. Eyvah dedim içimden, kesin sıra bekleyeceğiz.

Gişelere geldik, haliyle dört beş  dakika kadar bekledik. Ben içimden dua ediyorum çocuğa bir şey olmaz inşallah diye. Neyse bize sıra geldi, bu sırada bagajdan tak tuk sesler geliyor. Görevli duymadı Allah’tan. Kimlikleri kontrol edip “Geçin,” dedi.

Ben de arkadaşa “Bas gaza, bas,” dedim. İlk virajı döner dönmez çıktık araçtan, bagajı açtık.

Çocuk baygınlık geçiriyor.

Bagajda bir kaç tokat atsak da kendine gelmedi. Ne yapalım derken, arkadaşıma “Tut bir ucundan, yolun kenarındaki göle götürelim su çarpalım yüzüne,” dedim.

Çocuğu elli metre ilerideki göle götürmek için bagajdan çıkarırken arkadan gelen bir araç bizi görmüş, biz ağaçların arasından göle inerken yavaşladı, sonra devam etti.

Biz ona pek aldırış etmeyip çocuğu ayıltmaya çalıştık. Yüzüne su çarpıp tokatlayarak kendine getirdik.

Bizimkinin ilk sözü “Başardık mı?” oldu.

Sanki film sahnesi.

“He başardık,” dedik. “Öldün sandık oğlum.”

“Yok ya daha önce de baygınlık geçirdim, bir şey olmaz,” dedi.

O,  arka koltuğa uzandı, yola devam ettik.

Biraz gittikten sonra Mirador dedikleri yere geldik. Mirador, seyir balkonu demek. Biz daha önce buradan buzulları gördüğümüz için pas geçip direk buzullara gitmeye karar verdik.

Bu sırada biz çocuğu göle indirirken bizi gören araç korna çaldı. Ben de aracı tanıyıp her şey yolunda işareti yaptım.Tabii, arabadaki aile bizim yolda aldığımız çocuğu araçta göremeyince şüphelenmişler. Biz ise pek önemsemeyip devam ettik. Sonunda vardık buzullara. Araçtan inerken, “Biz fazla kalmayız bir saate döneriz. Sen dönüşte daha kolay araç bulursun,” dedik. Öğüt, bilgi verip helalleşip vedalaştık baş belasıyla.

Asıl bomba bundan sonrasıymış.

Biz çocuğu bagajdan iki büklüm çıkarırken yanımızdan geçen araç bizi ikinci görüşünden sonra polisi arayıp göle ceset attılar ihbarında bulunmuş. Plakayı bile almışlar.

Biz buzulları gezdik, geri dönünce aracın başında polis ekibi, jandarma falan doluşmuş.

Polisleri görünce arkadaşla birbirimize baktık. O an arkadaşımın göz retinasının nasıl büyüdüğü gördüm. Ardından polislerin sert bir üslupla her şeyi biliyoruz ceset, göl gibi bir şeyler dediklerini fark ettim. Tabii ben çok iyi İspanyolca bilmediğim için kelimeleri kendimce yorumluyordum.

Polisler bize kelepçe takmaya çalışırken arkadaşım Allah’tan olayı çabucak anlattı. Çocuğun şu an buzulları gezdiğini, yanlış anlaşılma olduğunu söyledi.

Bizi ihbar eden aile de oradaydı. Delirmiş gibiydiler. Kadının bütün çirkefliği üzerindeydi.

“Yalancılar, cesedi atarken gördük sizi, buraya iki kişi geldiniz, çocuğa ne yaptınız?” diye bağırıyordu.

Biz de gerçeği  hem onlara, hem polise açıklamaya çalışıyorduk.

“Yahu çocuk burada, buzulları geziyor. Giriş ücreti ödemesin diye bagaja soktuk. Sonra bayılmış, biz de göle götürdük ki ayılsın.”

Jandarmanın biri neyse ki tanıdık çıktı. Ailesi ile sık sık görüşüyoruz. Durumu ona ayrıntılarıyla anlattık. Sonra biz iki arkadaş; polis, jandarma ve bizi ihbar eden paranoyak aile kordonunun arasında kalabalık bir şekilde haldır haldır Venezuela’lı çocuğu aramaya başladık.

Şansımız varmış, on dakika sonra çocuğu bulduk, o da bizimle aynı şeyleri söyleyince olay açığa kavuştu.

Bir saatliğine de olsa cinayetten şüpheli sanıklar olmuştuk.  Çocuğun bulunmasından sonra, jandarma olan arkadaşın da yardımıyla sorunsuz bir şekilde serbest kaldık.

Venezuela’lı çocuğu jandarma, aracıyla  şehre götürmüş, giriş ücretini de almışlar.