Gecesini gündüzüne katan bir baba, devletin tek kuruşuna tenezzül etmeden yaklaşık 30 yıl bir kurumda ambar memurluğu yaptı.  Emekli oldu, bir müteahhidin yanında mesleğini uzun yıllar sürdürdü.

Bursa’nın Osmangazi ilçesi Yeşilova Mahallesi’ndeki evinden, çalıştığı Yahudi Mezarlığı’nın alt tarafındaki inşaat firmasına toplu taşıma, taksi, dolmuş kullanmadan yürüyerek gidip geldi.

3 çocuğunu Allah’tan başka kimseye muhtaç etmedi.

Yaşı ilerlemeye başladı, ufak tefek rahatsızlıklar yaşadı.

Geçtiğimiz perşembe günü, annem ve eşimle eniştem Hüseyin Ateşli ile kıymetli teyzemi ziyarete gittik. Bacakları ağrımasına rağmen biricik teyzem her zaman olduğu gibi bizlere kusursuz bir ikramda bulundu.

Yine her zaman olduğu gibi eniştemle uzun uzun sohbet ettik, gündemi konuştuk, eski günleri bir kere daha hatırladık.

Haftada en az 4 sefer, Yeşilova’daki evinden belediye otobüsüne binip, Bursa’yı Memleket Hastanesi’nin karşısındaki çamlıktan seyreden, sonra da yaya olarak evine gelen eniştem biraz üşütmüş olacak ki, kısık kısık öksürdüğüne şahit oldum.

Teyzeme, “yarın sağlık ocağındaki hekiminize gidin, belki ilaç verir” deyince, ah oğlum enişten gitmek istemiyor ama gitmemiz gerekiyor demişti.

“İnsan itibar, gülen yüzler, samimi muhabbet ve menfaatin olmadığı mekanlarda, ortamlarda, evlerde, dairelerde, mutlu oluyor” derdi muhterem babam.

Vakit bir hayli ilerledi, son kez sesini duyacağım enişteme sarıldım, yine gelin buyurun dedikten sonra vedalaştık.

Ertesi gün, ısrar edilmesine rağmen eniştem, sağlık ocağına gitmeyi kabul etmiyor.

Ve pazartesi günü, gelini ve eşinin ısrarı karşısında geri adım atan eniştem, ikinci kattaki dairesinden sokak kapısına geldiğinde bir anda yere yığılıyor.

Telaş içinde ne yapacaklarını şaşıran teyzem ve gelini, önce taksi çağırıyorlar, ardından gelen 112 sağlık ekibi, kalbi duran Hüseyin Ateşli’ye yaklaşık 15 dakika ambulansın içinde göğüs kafesine masaj yapıyor ve hayata döndürüyor.

Ancak, durum ciddi ve kritik, çünkü uzun süre beyne kan gitmemesi büyük tehlike.

Öğlene doğru gelen bir telefonla apar topar evimize yakın olan özel hastanede soluğu aldık.

Bitkin, yorgun, çaresiz, gözleri yaşlı, dizlerinin bağı çözülmüş insanlar, yoğun bakım kapısında, solunum cihazına bağlı, kimisi entübe edilmiş, hastalarından gelecek, doktorun, hemşirelerin vereceği iyi haberi bekliyorlar.

Yoğun bakımın hemen yanında bulunan doktorun kapısında uzun bir kuyruk, ayakta duracak takati kalmamış Huriye teyzem, tek sığınak olan Yaratıcıya, yaşı 80’e dayanmış eşi için şifa dileğinde bulunuyor.

Diğer hasta yakınları, tek tek hekimin yanına giriyor, bir süre sonra umutsuz olarak çıkıyorlar.

Kısa sürede, sokakta bir birimize selam vermeyi unuttuğumuz, şikayet ettiğimiz şu süreçte yoğun bakım kapısında ilk defa gördüğünüz kişilerle karşılıklı dua isteği ve dertleşmeler başlıyor.

Yaklaşık 1 saatlik bir bekleyişin ardından, doktorun odasındayız.

Doktorun şu sözleri, yıllar önce de olduğu gibi aklımdan çıkmıyor:

“Hastanızın iki kez kalbi durmuş, hastanemize geldiğinde kalbi yine durdu, tekrar yaşama döndürdük ama amcamızın durumu kritik, yaşasa bile büyük hasar söz konusu, her şeye hazırlıklı olun. Ne gerekiyorsa yapıyoruz.”

Teyzem her şeye rağmen metanetli, Allah’tan istekte bulunuyor. 57 yıllık hayat arkadaşını çok kısa süre gösterdiler, çocukları da gördü.

Eniştemin yanına girdiğimde göğsü yerinden çıkacakmış gibiydi, ne geleni tanıyor, ne de kendisine tedavi uygulayanları. İçeride bir sürü hasta, işlerini yapan hemşireler.

Dışarıda ise, bitkin, yorgun ve çaresiz yüzler.

Üç gün boyunca yoğun bakımdan gelecek habere kilitlendik ama otomatik kapılardan çarşafla bedenleri örtülmüş, son nefesini verenlerin morga götürülüşlere, ailelerinin feryatlarına şahit oldum.

Çarşamba akşamı hastane koridorunda teyzemi teselli ederken, doktorun, “hastanın durumu daha da kötüye gidiyor” ifadeleri, konduramadığımız gerçeğe yaklaştığımızı işaret ediyordu.

Bu konuşmaların, duaların üzerinden yaklaşık 2 saat geçtikten sonra, yoğun bakımdan gelen haber, “hastanızı kaybettik” oldu.

***

Hastanelerin acilleri telaşenin olduğu alanlardır, bazen hastalar sedyeyle gelir, ayağa kalkıp evlerine giderler, bazıları ise uzun süre kalır, sağlığına kavuşur, taburcu olur.

Ama doktorların bile ümitsiz konuştuğu yoğun bakımlar için aynı şeyi söyleyemiyoruz.

Birkaç gün önce çay içip sohbet ettiğim eniştem, ceset torbasına konulmuş morgun buzdolabına yerleştirildi.

Kapaklara yapıştırılmış A 4 kağıtlarında vefat edenlerin isimleri yazılı.  

Annesine, babasına sağlığında sarılamayan, yanaklarını sıkarak sevemeyenler, sürgülü dolapların içinde yatan buz gibi suratlarını sevmeye çalışıyor. Bizi bıraktın, gittin feryatları eşliğinde.

Gelelim, kimselerin sağlığında gitmeyi akıl etmediği, burada neler oluyor, ne yapıyorlar demediği,

3 kadın, 3 erkek cenazenin aynı anda yıkandığı, kefenlendiği Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin Buski yerleşkesindeki gasilhaneye.

Her zaman olduğu gibi kalabalık, yıkama sırası bekleyen, teneşir önüne park etmiş, ölü bedenlerin tabuta konulması için sabırsızlanan cenaze araçları!

Burada,

Ağlayan, bir birine sarılan, kafası yerden kalkmayan, boş gözlerle etrafı seyreden, ne ararsan var.

Şu mevzuya dikkat çekmek zorundayım, gasilhanede görev yapan bayan ve erkek gassallar, her türlü övgüyü, teşekkürü, takdiri, nezaketi hak ettiklerini bir kez daha belirtmek istiyorum.

Çünkü yıkadıkları cesetler bazen 3 parça, bazen kokmuş, bazen yaralı vs.

Bir saatlik bir bekleyişin ardından sıra bize geldi, eniştemi teneşire yatırdık. Oğlu Harun, ben ve görevli gassal.

Yaklaşık 15 dakika süren yıkama ve abdest aldırmanın ardından tabuta serilen kefenle sardık, eniştemizi. Damadı ve oğlu son kez baktılar yüzüne.

Cenaze aracıyla yola çıktık. Hüseyin Ateşli, kalp krizi geçirdiği, uzun yıllar didinerek yaptığı, tuğlasının üzerine harç koyduğu evinin kapısının önünde.

Adet üzere, komşulardan yakınlarından helallik alındıktan sonra camiye geldik.

Kılınan vakit namazının ardından, eniştemiz için de cenaze namazı için saf tuttuk.

Artık, son anlar. Şehrin bir ucundaki Hamitler’deyiz.  Yani, "Yüksek tepelerden bakıp, halkı, vatandaşı göremeyenlerin de getirildiği yerde."

Kepçenin kazdığı açılmış, toprağı beton gibi mezarlar. Şehir trafiğine takılanları kısa süreli beklerken, başka kabirlere gömülenler.

Gasilhanede kefenlediğimiz eniştemi mezara indirdik. Yüzünü kıbleye çevirdim, sırtına toprak desteği.

Necip Fazıl Kısıkürek, insanın acizliğini şöyle tarif ediyor: “Yatıyor yatağında, dimdik, upuzun, ölü; üstü, boynuna kadar bir çarşafla örtülü.”

Ne garip değil mi?

Daha bir hafta önce bizi evinde misafir eden adamın üzerine tahtaları kapattım, toprak attık ve yalnız başına bırakıp evlerimize döndük.

Misafir ağırlamaktan mutluluk duyan, komşularının, dostlarının kıymetini bilen, aşını kıskanmayan, cömert bir insandı eniştem.

Bitiriyorum sıkıldınız,

Hastane, gasilhane ve mezarlık ziyaretleri, hepimize iyi gelir, kibre tokat atar. Yardımlaşmayı, hatırlanmayı, hatırlatmayı tetikler.

Unutmayalım ki, almaktan çok, insanı vermek mutlu eder. Sevgi ve merhamet gibi.

Anne, baba, kardeş, akraba, komşu yanı sıra sevdiklerinize sağlığında değer vermeniz ümidiyle.

Çünkü

Çıktığımız sokak veya daire kapısından bir daha geri dönemeyeceğiz.