Zamanımızda ilmî ve teknolojik gelişmeler büyük bir hızla gelişmekte ve ilerlemektedir. İnsanlık her gün yeni buluşlar ve icatlar peşindedir. Fakat insanlık âleminin kaydettiği bütün bu ilerleme, gelişme ve değişmeler insanlığı mutlu etmeğe yetmemiştir. İnsanları mutlu kılan, onları kötü duygu, düşünce ve davranışlardan kurtararak; iyiye ve güzele ulaştıran tek çıkar yol eğitim ve ilimdir.

Eğitim ve ilimde kullanılması gereken metot da Nebevî metottur. Çünkü Peygamberler insanoğluna iyi, doğru ve güzel olan şeyleri öğütlemişler; bu konuda vahye (Allah’ın hükümlerine) muhatap olmuşlardır. Peygamberler ve sevgili Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.s.), insanlığa örnek ve önder olmuş eğitimciler ve öğretmenlerdir.

Gözlerin aydınlık ufuklara ve geleceğe açılması, ruhların karanlık dünyadan sıyrılarak aydınlığa kavuşması, aklın güç kazanması, düşüncenin en güzel ve en doğru yolda gelişmesi, insanlığa huzur, güven ve mutluluk kapılarının açılması yalnızca eğitimle mümkündür.

 Sevgili Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) de insanlığın en büyük eğitimcisi ve öğretmenidir. Her konuda olduğu gibi eğitim ve öğretim konusunda da en güzel örnek O’dur.

Eğitim ve bilime gereken değeri veren milletler daima yükselmişler ve uygarlık düzeyinin en yüksek noktasına erişmişlerdir.

Okumayı seven, düşüncesi temiz, bilgi ve kültür seviyesi yüksek bir nesil, bir milletin geleceği için en büyük garantidir. Fert ve cemiyetlerin en büyük düşmanı cehalet, bilgisizlik ve eğitimsizliktir. Bu bakımdan bilgili olmak her zaman ve her yerde övülmüş, bilgisizlik ve cehalet ise yerilmiştir. Öğrenen ve öğreten kişiler, toplumun daima saygısını kazanmış ve takdirle karşılanmıştır.

                Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ, ilmin, âlimin ve okumanın önemini şu şekilde açıklamıştır:

                “Yaratan Rabb’inin adıyla oku.” (Alak Sûresi, âyet; 1.)

                “De ki; hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer Sûresi, âyet;  9.)

                “Rabbim! İlmimi artır.” (Tâhâ Sûresi, âyet; 114.)

                “Allah, içinizden iman etmiş olanlarla bilhassa kendilerine ilim verilmiş bulunanların derecelerini artırır…” (Mücâdele Sûresi, âyet;  111.)

                İslâmiyet, cehaleti en büyük düşman kabul etmiştir. Yüce dinimiz İslâm, ilmi teşvik etmiş ve daima bilgili olmayı, bilgiyi artırmak için çalışmayı öğütlemiştir.

                Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bazı hadis-i şeriflerinde ilme verilen değeri şu şekilde açıklamıştır:

                “İlim öğrenmek, erkek ve kadın her Müslüman üzerine farzdır.” (İbn Mâce, Sünen, Mukaddime,  sh: 17.)

                “İlim, müminin kaybolmuş malıdır. Onu nerede bulursa alır.” (Et-Tâc, cilt: 1, sh; 53.)

                “İlim, Çin’de de olsa arayınız.” (Câmiu’s Sağîr, cilt: 1, sh; 37.)

                İlmin kapısı olarak şöhret bulan büyük sahabi Hz. Ali (r.a.) Efendimiz şöyle der:

      “Bana bir harf öğreten, beni kendine köle edinmiştir.”

                “Yeni bir şey öğrenmeden geçirdiğim bir günde, benim için hayır yoktur. Hayır, mal ve evlât çoğalmakta değil, ilmi artırmaktadır.”

                “İlim, maldan daha hayırlıdır. Zira ilim seni korur, sen ise malı korursun. İlim harcandıkça artar, mal ise harcandıkça azalır. İlim dost, mal ise düşman kazandırır. İlim hâkimdir, mal ise mahkûmdur.” (İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, cilt:2, sh; 120.)

                Yine öğrenmek ve bilmek üzerine şu sözler ne kadar düşündürücüdür:

                “Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıptır.”

                “En iyi ilim, elinde olan bilgidir.”

                “Bilgin, parasız da olsa zengin sayılır.”

                “Bilen yol gösterir, bilmeyen arkadan koşar.”

                “Padişahlar halka hükmeder, bilginler padişahlara.”

   “Kitap okumak insanın kalbini ve kafasını aydınlatır.” (Bütün Dünya Yıllığı, 1975. sh; 42.)

 İslâmiyet’in doğuşundan itibaren hem çocukların hem de yetişkinlerin eğitimine özel bir önem verilmiştir.

      Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) döneminde Medine-i Münevvere’de Mescid-i Nebevî’nin ilim ve kültür merkezi haline gelmesi, Bedir Harbi’nden sonra okuma-yazma bilen esirlerin, on Müslüman’a okuma-yazma öğretmek şartı ile hürriyetlerine kavuşmaları, bilgi hazineleri olan kütüphane sayılarının artması bu konuda anlamlı örneklerdir.

 Ayrıca Selçuklu ve Osmanlılar’ın yükseliş ve ilerlemelerinin sırrı; ilme, eğitim ve öğretime verilen ehemmiyettir. İlim ve eğitime önem veren milletlerin tarih boyunca hep medeniyetin zirvesine yükseldiğini görmekteyiz.

 İslâm’da çocukların ve gençlerin eğitimi her zaman ön planda tutulmuştur. Zira çocuklar geleceğin büyükleridir, milletin istikbâl ve ikbâl yıldızlarıdır. Şairin dediği gibi:

  “Kim der ki çocuk küçük bir şeydir,

Belki de çocuk en büyük şeydir.” (Güzel Sözler Antolojisi, Cihan Yay. İst. 1989.)

Bu yüzden İslâm, çocukların eğitim ve öğretimine ayrı bir önem verir. Çocuklar ve gençlerin eğitimi için İslâm tarihinde ilk program Hz. Ömer tarafından bizzat kaleme alınmış ve uygulanmak üzere diğer idare yerlerine gönderilmiştir.

Bu programda çocuklara özellikle yüzme, ok atma ve ata binme gibi maharetlerin yanında; yazı ve hesabın öğretilmesi, yaygın atasözleri ve güzel şiirlerin de öğretilmesi istenmektedir. (Şibli Numanî, Bütün Yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet İdaresi, Çağ Yay. İst. 1982.)

 Anne ve babanın çocuklarına karşı en önemli görevi, onların eğitilip yetiştirilmesidir. Çünkü çocuk, anne ve babasına bir emanettir. Onun kalbi pırlanta gibi temiz, saf ve bomboştur. Gördüğü ve duyduğu her şeyi almaya hazırdır. Âdeta boş bir video ve teyp kaseti gibidir. Şâyet iyiliğe alıştırılıp, iyi şeyler öğretilirse iyi yetişir ve her iki cihanda da mutlu olur. Onun sevabına anne-baba, öğretmen ve eğiticileri de ortak olur.

Eğer çocuk kötülüğe alıştırılır ve başıboş bırakılırsa topluma zararlı bir unsur olarak yetişir. Bunun vebali de çocuğun iyi yetişmesi için gayret göstermeyen veya kötü eğitip yetiştiren herkese ait olur.

Bu bakımdan aile ve okula büyük görev ve mesuliyet düşmektedir. Çocuğun iyi yetişmesi hususunda aile ve okul sıkı bir işbirliği gerçekleştirmek mecburiyetindedir.

Çocuğun kendisine göre bir dünyası vardır. Çocuğun dünyasına giremeyen, onun seviyesine inmeyen bir kimse çocuğu anlayamaz. Çünkü çocuk küçük de olsa onun ruhu yücedir.

“Günümüzde çocuk yetiştirmek, mermer üzerinde ağaç yetiştirmekten daha zordur” diyen bir düşünür, içinde yaşadığımız toplumda çocuk yetiştirmenin ne kadar zor bir eylem olduğunu anlamlı bir şekilde açıklamıştır.

Geleceğimizin ümidi, istikbâlimizin garantisi olan çocuklarımız her yönden bilgili, becerikli vatan, millet ve bayrak sevgisi ile dolu olarak yetiştirilmelidir.

“Ağaç yaş iken eğilir.” Atasözümüz ile “Çocukların eleştirmecilerden çok, örneklere ihtiyacı olduğu” gerçeğini, bunun yanında “İyi eğitim veren bir okul açmanın bir hapishane kapatmak gibi olduğunu” hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmamalıyız.

Özellikle “Çocuğun eğitim ve öğretim çağında verilen bilgilerin taş üzerine, yaşlılık çağında verilen bilgilerin ise buz üzerine yazı yazmaya benzediği” gerçeğini unutmamalıyız.

Eğitim ve öğretimin bütün kurallarıyla uygulandığı kurumlar şüphesiz okullardır. Bu bakımdan okullar, bizi aydınlatan bilgi ve sevgi yuvalarıdır.

 Okullarımızı, öğrencilerimize ve gençlerimize sadece belli bilgiler öğreten kurumlar değil; aynı zamanda onlara belirli davranışlar kazandıran, güzel bir ahlâk ve karakter aşılayan kurumlar hâline getirmeliyiz. Onun için başarının ölçüsü, kafa ile kalbi birleştirebilmek olmalıdır.

Bilgi ihtiyaç duyulmakla beraber her şeyi halletmeye yeterli değildir. Her bilgili insanın güzel ahlâklı olduğu da söylenemez. Nitekim toplum içinde yalan, hile, rüşvet, riya, gıybet, dedi-kodu, itham ve iftira, zevk ve eğlenceye aşırı düşkünlük gibi sosyal bünyemizi kemiren manevî hastalıkların yaygınlaşması, üzülerek belirtelim ki; bilgisizlikten çok ahlâk, inanç ve eğitim eksikliğinin bir sonucudur.

O halde; öğretim kurumlarımızı, kafa ile kalbi birleştiren, bilgi ile ahlâkı bağdaştıran erdem yuvaları haline getirebilmeliyiz. Her çocuğun eğitim ve öğretim kurumlarının tezgâhından geçtiğini ve gelecekte toplumda söz sahibi olacaklarını unutmayalım!