Gece yarısıydı, yer şiddetli bir sarsıntıyla sallanmıştı. Gün ağardığında Yalova, Karamürsel, Gölcük, Kocaeli ve Sakarya 7,5 büyüklüğündeki depremle yerle bir olmuştu.

İnsanlar çaresizdi.

Deprem, öyle şiddetliydi ki…

Marmara’da taş taş üzerinde kalmamıştı.

Anneler çocuklarını, kadınlar kocalarını kaybetmiş,

Mal, mülk, bina, ev, daire sahibi zenginlerin ise varlıkları toza, toprağa karışmıştı.

Tarifi çok zor bir acıydı, Marmara zelzelesi.

Bülent Ecevit Başbakan, Cumhurbaşkanı ise Süleyman Demirel idi.

28 Şubat kararları bütün haşmetiyle kendisini hissettirdiği dönemde yaşandı deprem.

Buradaki trajediyi duyan herkes, her kurum, belediye, STK, vakıf, aklınıza kim geliyorsa yardıma koştu.

O dönem Mili Gazetede çalışıyordum, sarsıntının sabahı Yalova’ya gittim, durum vahimdi.

Koca koca kolonların, betonların altındaki cansız bedenler vardı.

İnsanlar bir oraya bir buraya koşturuyor, diğer yandan da devletin tüm kurumları elinden geldiği kadar evsiz, barksız kalanlara yardım ulaştırmaya çalışıyordu.

Yardım ulaştıranların arasında, Ecevit hükumetinin kara listesinde olan Milli Gençlik Vakfı, İHH daha birçok STK vardı.

Devletin kolluk kuvvetleri, bazı münferit hadiseler haricinde, böyle bir zamanda bu vakıflara “siz kim oluyorsunuz da deprem bölgesine yardım getiriyor, aş evi kuruyorsunuz” demedi.

Ne Ecevit’in ne de Demirel’in aklına böyle bir ötekileştirmeler gelmedi.

Herkes kardeş olmuş, hayatında ilk defa gördüğü insanlara yardım ulaştırmak, sıcak yemek verebilmek için yarışıyordu.

İstanbul, Ankara belediyelerinin yanı sıra, yurdumuzun çeşitli illerindeki belediyeler bölgeye adeta yardım yağdırıyordu.

Farklı ülkelerin kurtarma ekipleri, enkaz altında kalan insanları canlı çıkarabilmek için binaların domino taşı gibi yan yattığı, alt üst olduğu Yalova, Kocaeli, Sakarya, Gölcük ve Karamürsel’e gelmişlerdi.

Amaç, hedef belliydi; mazluma yardım elini uzatmak, “insan çok değerli bir varlıktır” düşüncesiyle hareket edip, canlı ve cansız bedenlerini enkazdan çıkarmaktı.

Binlerce ceset gördüm; kolu, bacağı kopmuş, hava sıcak olduğu için kurtlanmış…

Öte yandan.

Kızılay’dan daha çok refleks gösteren, pratik adımlar atan kısa adı MGV olan Milli Gençlik Vakfı gönüllüleri, hiçbir menfaat gözetmeksizin evini, evladını, kocasını, karısını, çocuğunu, ailesini kaybetmiş olan yüreği kavrulmuşlara ulaşıyor, sıcacık yemek ve diğer ihtiyaçları karşılamak için çırpınıyorlardı.

***

Bursa’dan bölgeye yardım yapmak isteyenleri aracımla götürüp, orada yaşananları dünya gözüyle görmelerinin daha faydalı olacağını düşünerek hareket ettim.

Bu adım günlerce sürdü.

Gölcük, Karamürsel yardım üssüydü.

Her Allah’ın günü Bursa’dan yardım getiriyor, bu süreçte hiçbir devlet görevlisinin ‘senin amacın ne’ dediğine rastlamadığımı da belirtmek istiyorum.

O gün deprem binaları yıkmış, içinde oturanları adeta pestile çevirmiş, sağ kalanlar ise, bırakın işi aşsız, evsiz kalmıştı.

***

Gelelim şu günlerde yaşadığımız coronavirüs trajedisine.

Şimdi durum o günden biraz farklı, binalar yıkılmadı ama yüzlerce yurttaşımız toprak oldu, yani insanların bedenleri yıkıldı.

Yaklaşık 35 gündür esnaf dükkânını açamıyor.

Hangi ticaret erbabıyla konuşsam ah işitiyorum.

İşten çıkarılanlar ise perişan.

Elektrik, doğalgaz, su faturaları, ev, iş yeri kirası ise çabası.

Bazı duyarlı insanlar sayesinde zor durumda olan vatandaşlarımızın kirası, elektrik, doğalgaz ve su faturaları ödendi, ödeniyor.

Şu hususa dikkat çekmek gerekirse.

Kredi vermek, borçları ertelemek ise kalıcı çözüm değil.

Tüm bunları neden sıraladım, bir sebebi var.

AK Parti, Fazilet Partisi kapatıldıktan sonra, Saadet’e geçmeyen, ‘Yenilikçi Hareket’ adıyla ortaya çıkan bir ekibin kurduğu siyasi hareket oldu.

Milletten gördüğü teveccühün tek sebebi, mazlumlaştırılan halkın feryadını duymaktı.

Buna Marmara depreminde şahit olduk.

Belediyecilikte yaptıkları hizmetlerle de gördük.

İstanbul, Refahlı bir belediye başkanının yönetimine geçtikten sonra, Bursa’dan metropol şehre çöp toplamaya giden gönüllüler bilirim.

Yani buralara emeklenerek gelindi.

İnsanların sesine kulak verdikleri için kurdukları AK Parti ile girdikleri ilk seçimde iktidar olundu.

Statükoya hop burası çıkmaz sokak denildiği için varlığını sürdürdü AK Parti.

Şimdi,

CHP’li Belediyeler, görünmeyen beladan dolayı adım attılar, bir anda çırılçıplak olanların yardımına koşup, aşevleri oluşturdular, bakkala borcu olanların borçlarını silen bir hareketi akıl ettiler.

Hatırlarsınız…

CHP’ye muhafazakarlar şöyle bir at takmıştı, “siz bir keçiyi bile güdemezsiniz!”.

Gelin görün ki, yerelde ezber bozan, iktidar olan CHP’li belediyeler, örnek çalışmalar yapmaya başladı.

Tıpkı, Marmara depreminde Recep Tayyip Erdoğan’ın arkadaşlarının yaptığı gibi.

Çok enteresandır, Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel, günahı kadar sevmedikleri Milli Görüşçü belediye başkanlarının Marmara depremindeki hizmetlerini şaşkınlıkla izlemişlerdi.

Şimdi coronavirüs nedeniyle zor durumda olanlara yardım etmek isteyen, devletin tekliğini, milletin birliğini bozmadan, halkı ayırmadan hizmeti götürmek isteyen CHP’li belediyelere ‘Habis ur’ muamelesi yapılıyor.

Sormak istiyorum, organizasyon içinde organizasyon hakkı belediyelere tanınınca mı devletin tekliği, milletin birliği tehlikede oluyor?

Belediyeler halka hizmet getirmekle yükümlü değiller mi?

CHP’li belediyeler sıcak yemek dağıtmaya kalkınca, niye devlet içinde devlet olma sakıncası doğsun?

Hakikaten çok enteresan, AK Partili belediyeler hizmet götürürken şov olmuyor, bu keçi gütmeyi öğrenen, ezberleri birer birer bozanlar mı şov yapmış oluyor?

Varsın herkes hizmet yarışına girsin. Birbirlerine bakarak yeni fikirler, yeni projeler üretsinler.

Üretsinler ki, halk bu sıkıntılı günleri çabuk atlatsın.

***

Hatırlayanlarınız vardır elbet, Refah Partili belediyelerin kapılarında, ‘Halka hizmet Hakka hizmet’ yazardı. Hizmette yarış ne zaman suç oldu, eğer suçsa başka partiler niye var?

Tek parti dönemini hatırlatıp, tek partinin akıl bile edemediği şeyleri millete reva görmek neyin nesirdir?

CHP’li belediyelere yapılanları bırakın hukukla, vicdanla bağdaştığı bağını kim kurabilir?

Ne yazık ki…

Şiir okuyan bir adamın hapse girdiği ülkeden, vatandaşı işini, aşını kaybettiği için yardım yapmak isteyen muhalif belediyelere “yasak hemşerim” diyen bir süreçten geçiyoruz.

Kaldır başını, gör halimizi ey Hz Ömer!

Bitirirken, sizleri Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’in tarihe kazınan şu sözüyle baş başa bırakıyorum:

'İktidara gelirseniz, hal ve hareketlerinize dikkat edin. Kibirli olmayın, kendini beğenmişlik etmeyin. Size ait olmayan şeyleri almayın, güçsüzlere yardım edin ve ahlak kurallarına uyun. Unutmayın ki sonsuz iktidar yoktur. Her iktidar geçicidir ve herkes, er veya geç, önce milletin ve nihayet Allah'ın önüne hesap verecektir.'