Karsız, yağmursuz geçen kış günleri en çok da eski günlerin özlemini bırakıyor yüreğimize ve kurumuş ağaç dallarında biriken hatıralarımız hafif bir rüzgar esintisiyle dimağımıza döküleveriyor...

Kışın o nevi şahsına münhasır hikayesi, bambaşka hikayeler de yazardı bir zamanlar...

Yapayalnız gezdiğimiz sokak aralarında, etrafı kaplayan bembeyaz örtünün ardından gülümseyen nice yüzler belirirdi de kahkahaları, çöpleri kurcalayan kedi mırıldamalarına, İnsanın içini ısıtan 'bozaa' seslerine, ayazda tir tir titreyerek gelene geçene salça olan köpek havlamalarına, içten içe ağıt yakarcasına ıslık çalan rüzgarın sesine karışarak sessiz sedasız kaybolup giderdi...

Bugün olduğu gibi dün de ağıtlarımız vardı bizim. Yokluğun, çaresizliğin, terkedilmişliğin, ayrılığın, yitirilmişliğin zehri zıkkım gibi yüreğimize otururdu da uykusuz geçen gecelerin ardından içindeki son ateş sönene kadar gürül gürül yanan sobanın dizi dibinde sabahlardık...

Büyüdükçe küçülen hayallerimizin ince ince yağan kar tanelerine dahi mana veren o masum, o şiirimsi ve o pastoral güzelliği zamana direnemeyip kalabalık kentlerin çocuksuz, neşesiz, kahkasız, sevgisiz kalmış yalnızlığında yitip gitti.

Soğuk kış geceleri evlerin bacalarından yükselen şiirler biriktirirdik biz...

Metin Altıok;

“Kar var yaşadığımız günlerde.

Umutsuzluk çevremizi kuşattı,

Kıtlık kıran gündemde.

Yine de ele güne karşı,

Özenle saklıyorum yüreğimde

Sana duyduğum aşkı,

Dört yanım kar içinde”

derdi mesela...

Ahmet Muhip Dıranas’ın sesi duyulurdu uzaklardan:

“Ne sabahtır bu mavilik, ne akşam!

Uyandırmayın beni, uyanamam.

Kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına,

Allah aşkına, gök, deniz aşkına

Yağsın kar üstümüze buram buram…”

Üstad Yahya Kemal’in bestesiydi kar söz gelimi..

“Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu.

Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.”

Sokak lambalarının loş ışığında sisin ardından buğulanmış gözlerle bakardı türkülerimiz..

“İncecikten bir kar yağar

Tozar Elif Elif diye

Deli gönül abdal olmuş

Gezer elif elif diye”

* Karacoğlan

Gurbetin kahrı daha bir yakardı yüreğimizi düşen kar tanelerinin saplandığı sıla hasretinin son noktasında...

“Pencereden kar geliyor aman annem

Gurbet bana zor geliyor

Gurbet bana zor geliyor aman annem

Gurbet bana zor geliyor ben öleyim”

Böyle böyle işleniyordu kış günlerinin kah coşkulu kah matemli hülyası çocuk dünyamıza...Yokluğun sükûneti varlığın azgınlığına galip geliyordu. Yere düşen her bir kar tanesi birbirinden güzel hatıralar yazıyordu ömür defterimizin beyaz sayfalarına...

Bugün ise belki de ilk kez karsız bir kış geçirecek olmanın hüznüyle içten içe göz yaşı döküyoruz.

Gün geçtikçe betonlaşan kent hayatı içinde, insana nimet olarak bahşedilen vaktin her saniyesini yeni hedeflerin peşinden koşmakla geçiriyoruz. Yetmiyor yetiremiyoruz. Sürekli büyüme hırsıyla doğayı küçültüyoruz. Doğa küçüldükçe sorunlarımız büyüyor. Yalnızlaşıyoruz. Serseri kurşun gibi nereye saplanacağımızı bilmeden derin bir boşluğun içerisinde yol alıyoruz.

Her şeye rağmen az da olsa umut aşılamaya devam ediyoruz. Aşık Ruhsati’nin dediği gibi:

Kara gün kararıp kalmaz

Hemen Allah de Allah de!

Hangi akşam sabah olmaz

Aman Allah de Allah de!