Daha önce neler yaptığını bilmeyen toplumlar, ilerde de neler yapabileceklerini kestiremeyeceklerdir. Geçmişini tanımayan hem gücünün hem de öneminin farkında olamayacaktır.
Geçmiş tarihlerde ne tür yokluklarda nasıl gayretli mücadelelerle zafer elde ettiğimizin bilgisinden uzak olanlar bugün Allah yerine sayısal akla / matematiğe iman etmeye başlamadılar mı? Yeryüzünün en büyük emperyalist devletinin iki yüz bin kişilik muazzam ordusunun karşısına elli dört bin kişilik bir birlikle çıkmak hangi halkın harcıdır? Bugün en sıkıntılı dönemlerde bile, sözgelimi devlet taklidi yapan terör şirketi İsrail'i kınayamayanlar tarihten haberi olmayanlarla aynı kişiler değil mi? Dikkat edelim; iki yüz bine elli dört bin diyoruz!
Anadolu'yu işgalden kurtaran Komutan
İlk önce anlamamız gereken şu; Sultan Alparslan, Anadolu'nun kapılarını açan değil, Anadolu'yu işgalden kurtarma hareketini başlatan adamdır. [1033 - 1092] Büyük Selçuklu Devletinin büyük hükümdarı Sultan Alparslan'dır.
Eğitim ve terbiyesi, küçük yaşlardan itibaren başlatılmış, dönemin en iyi âlimleri tarafından en güzel bir tedrisata tabi tutulmuştur. Daha çok küçük yaşlarda, Hakk'ın ve Haklının galip geleceği bir dünyayı zihnine yerleştirmiştir. Yöneticilikteki yeteneği sayesinde Mevr şehrinin valisi, babası Çağrı Bey'in de veliahdı olmuştur. Sultan Alparslan, amcası Tuğrul Bey'in 1063'te vefatı üzerine, İkinci Selçuklu Sultanı olarak 1064 tarihinde büyük meclis'te sultan ilan edilmiştir.
Sultan Alparslan büyük fatih olmasının yanı sıra, eğitime, imara ve tarıma da öncelik vermiş, döneminde bu önemli hizmet sahalarını oldukça geliştirmiştir. İlme ve ilim meclislerine ehemmiyet vermiş, medreseler kurmuş ve bir zihniyet inşa etmek için İmam-ı Azam'ın türbesi, Harezm Camii ve Şadyah Kalesi gibi pek çok eser kazandırmıştır.
Önce ıslah, sonra fetih
Sultan Alparslan yönetime geldiğinde, ilk olarak isyanları bastırmış ve asayişi temin etmiştir. Yönetimle ilgili sıkıntıları ortadan kaldırdıktan sonra fetih hareketlerine başlamış ve 'yeryüzünün ne kadar çok bölgesini kâfir işgalinden kurtarabiliriz' düşüncesiyle gece gündüz cihad etmekten geri durmamıştır.
Malazgirt zaferi ‘işlerin’ hep öyle gitmeyeceğini ıspatlamıştır
Türklerin Suriye bölgesinde hareketlendiklerini haber alan Bizans İmparatoru Romen Diyojen, 1071 Mart ayının başında, işgal altındaki şehrimiz İstanbul'dan iki yüz binin üzerinde bir orduyla Anadolu'ya geçti. Seferi başlattığı günlerde, nasıl bir azimde olduğunu göstermek için ordusuna şöyle hitap etmişti: "Doğu sınırlarımızda büyük bir İslâm tehlikesi baş göstermiştir. Bu tehlikeyi büyümeden ortadan kaldırmak zorundayız. Ordunun başında; bu tehlikeyi kesin olarak kaldırmaya gidiyorum."
Allah'a değil de matematiğe iman eden Diyojen, ordusunun benzeri çok nadir görülen kalabalığına güveniyordu. Yol üzerinde önüne çıkan bütün Müslüman ahaliyi ya öldürmüş ya da esir almıştı. Malazgirt'e kadar gelen Hıristiyan ordusu, şehri tahrip ettiği gibi, halkın büyük bir kısmını da katletmiştir.
Diyojen'in pervasızca sivilleri katlettiğini, Fâtimî seferinde iken haber alan Sultan Alparslan, seferi yarıda bırakarak geri dönmüş ve bir barış heyetini Bizans karargâhına göndermişti. Alparslan'ın heyeti, Bizanslılar tarafından hafife alınmıştı. Romen Diyojen, Türk heyet başkanına: "Kışlamak için İsfahan mı yoksa Hemedan mı daha iyidir?" diye sormuş ve heyetinin ısrarla tekrar ettiği barış teklifini şiddetle geri çevirip, küstah bir şekilde: "Sultanınıza söyleyin, kendisiyle sulh müzakerelerini Rey'de yapacağım, ordumu İsfahan'da kışlatıp, Hemedan’da sulayacağım" dedi.
Diyojen'in bu küstahlığı karşısında Türk heyetinin başkanı da muhteşem bir film repliği gibi zekâ dolu o tarihi sözünü sarf etmiştir:
"Atlarınızın Hemedan’da kışlayacaklarından ben de eminim; ancak sizin nerede kışlayacağınızı pek kestiremiyorum"
Dua'yı kuşanıp yola çıkıyor!
Allah Rasûlü (s.a.s.)'nün: "Dua müminin silahıdır" buyurduğunu iyi bilen Alparslan, muharebe öncesi Halife'den dua istemişti. İmam Muhammed'in tavsiyesi üzerine de muharebeyi Cuma gününe denk getirmişti.
“Onun kâfirler karşısındaki bu günü, yarına da yetsin”
1071 senesi Ağustos ayının 26. günü bütün İslâm beldelerinde kılınan Cuma namazlarında halifenin gönderdiği şu dua ve hutbe okundu:
"Allah'ım! İslâm'ın sancağını yükselt, bize yardım et! Sana itaatte canlarını feda edip, tâbi olmak hususunda kanlarını akıtan yolunun mücahitlerini kuvvetlendirerek, yurtlarını güvenlik ve zaferle dolduran yardımlarından mahrum etme. Mü’minlerin Emiri’nin burhanı olan Sultan Alparslan'ın Sen'den dilediği yardımı esirgeme ki, o bu sayede senin hükmünü yürütsün, şanını yaysın ve zamanın güçlükleri karşısında kolayca yerinde tutunabilsin. Sen'in dinini şerefli ve yüce tutabilmesi için onu lütufkâr ve her zaman devamlı tesir icra eden desteğinden mahrum etme. Onun kâfirler karşısındaki bugünü, yarına da yetsin. Ordusunu meleklerinle destekle. Çünkü o Sen'in ulu rızan için rahatını terk etti. Malı ve canıyla emirlerine uymak gayesiyle Sen'in yoluna düştü...
Ey Müslümanlar! Doğru bir niyet, dürüst bir azim ve Allah'tan korkan temiz kalplerle ve ihlâs bahçesinde kısmet alan inançlarla onun için Allah'a yalvarınız"
İki ordu, 26 Ağustos Cuma günü karşı karşıya gelmişti. Sultan Alparslan Cuma vaktini bekleyerek taarruzu geciktirdi ve namazdan sonra üzerine kefeni simgeleyen beyaz bir elbise giyerek ordusunun karşısında çıktı. Ardından, muhteşem mücadele manifestosunu okudu:
"Sayımız ne kadar az olursa olsun, onlar ne kadar çok olursa olsunlar, bütün Müslümanların minberde bizim için dua ettikleri şu saatte kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer olur, gayeme ulaşırım; ya şehit olarak Cennet'e giderim. Sizlerden beni takip etmeyi tercih edenler takip etsin. Ayrılmayı tercih edenler gitsinler. Burada emreden sultan ve emredilen asker yoktur. Zira bugün ben de ancak sizlerden biriyim, sizlerle birlikte savaşan bir gaziyim. Beni takip edenler ve nefislerini Yüce Allah'a adayanlardan şehit olanlar Cennet'e, sağ kalanlar ise ganimete kavuşacaklardır. Ayrılanları Ahirette ateş; dünyada da alçaklık beklemektedir. Ya Rabbi! Sen'i kendime vekil yapıyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve Sen'in uğrunda cihad ediyorum. Ey Allah'ım! Niyetim halistir, bana yardım et, sözlerimde hilâf varsa beni kahret!"
Sultan Alparslan'ın bu muhteşem konuşması, savaşı bekleyen orduya büyük bir azim ve gayret katmış, hepsi şehadete kavuşmak için sabırsızlanmaya başlamıştı. Muharebe, büyük bir gürültüyle başlamıştı. Sultan Alparslan hem orduyu yönetiyor hem de ara sıra kendini tutamayarak birebir mücadeleye girişiyordu.
Hilâl’in içine düşen küfür ordusu
Muharebenin başlamasından henüz iki saat geçmeden Bizans ordusu dağılma belirtileri gösteriyordu. Moralleri bozulmuş, kibirlerinden eser kalmamıştı. Sultan Alparslan, müthiş bir savaş taktiği olarak ordusunu hilal şeklinde yaymış ve Malazgirt meydanına Hilal mührünü vurmuştu.
Hilal'in içine düşen Hıristiyanlar büyük bir şaşkınlığa uğramışlar, artık savaşmayı bırakıp içine düştükleri cendereden kurtulmanın yollarını aramaya başlamışlardı.
Sonuç olarak yeryüzünün en büyük emperyalist devletinin iki yüz bin kişilik kibirli ordusu elli dört bin kişilik bir ordu karşısında tamamen dağılmış, Bizans sürüleri kaçmaya başlamıştı. Önce Allah'a olan tereddütsüz imanları sonra da Sultan Alparslan'ın üstün savaş taktiği sayesinde Bizans ordusu tarumar olmuştu. Ordusunu İsfahan'da kışlamayı düşünen Romen Diyojen de daha yaz çıkmadan esir düşmüştü.
Büyük hükümdar Sultan Alparslan, büyüklüğünün şanına yaraşır şekilde, kendi kibir kuyusunda boğulan Diyojen'i affetmiştir.
Ehl-i küfür yine anlaşmasına sadık kalmıyor
Bizans imparatorunun savaş tazminatı ve her yıl haraç ödemesi karşılığında yapılan anlaşmaya yeni Bizans imparatoru sadık kalmadığı için, Sultan Alparslan şehzadelerini Anadolu'yu fetihle görevlendirdi. Bu fetih ve akınlar sayesinde Anadolu işgalden kurtarılıp İslamlaşma sürecine girmiştir.
Malazgirt Zaferi'yle Anadolu asıl sahiplerine geri dönmüştü. Malazgirt Zaferi, ayrıca dünya tarihinde bir dönüm noktası olmuştur.
Sultan Alparslan, Malazgirt Zaferi'nden sonra da cihad şuuruyla fetih mücadelesine canla başla devam etmiştir. Bir saldırı sırasında yaralanarak 25 Ekim 1072'de, 42 yaşında iken şehit olmuştur. Şehit gibi yaşayıp şehit gibi ölen bu büyük komutan, Tahran yakınlarındaki Rey şehrine defnedilmiştir.
*****
Selâm olsun; Anadolu'yu bizlere vatan yapan şanlı Alparslan Gazi’ye!
Selâm olsun; O'nun kahraman askerlerine!
Selâm olsun; Cennet yurdumuzu asırlarca koruyan kahraman ecdadımıza!
Selâm olsun, Cennet Anadolu’muz için canlarını veren ve kanlarını döken bütün şehit ve gazilerimize!
Selâm olsun, Memleketimizi ve Milletimizi severek yüceltenlere!