Ailenin en büyük çocuğu benim. Çocuk dediğime bakmayın kocaman kadınım. Hatta kırk yaşını doldurmuş kızım, yirmisini bitirecek torunum var.

Bu yaşıma kadar aile içinde ilk ölüm acısını benden beş yaş küçük kız kardeşim Gülcan’la yaşadım. Kardeş acısının bu denli acı olduğunu anlatmak mümkün değil. Dünya ile bütün bağlarımı koparmış günlerce hatta haftalarca kendime gelememiştim.

Tabi zaman geçtikçe o ilk günlerde ki üzüntü hafifliyor, yerini yavaş yavaş yokluğunu kabullenerek insan alışmaya başlıyor onsuzluğa. Her şey aklına geliyor insanın. Şöyle söylemişti, böyle güldürmüştü. Şurada oturdu böyle güzel yemek yapardı vs. vs. Çok komik biriydi. Öyle güzel taklitler yapardı ki gülmekten iki büklüm olur karnımızı tutardık.

Gerçekten güzel yemek yapar börek açardı. Bir gün evine gittiğimde ıspanaklı börek yapmış bana ikram etmişti. Tadı damağımda kalmıştı. Öve öve bitirememiştim. Başka bir zaman o da yanında iki kızıyla beraber bana gelmişti. Eli kolu doluydu. “ Bunlarda ne Gülcan? “ dedim. “ Börek yapalım çay demler hep beraber yeriz diye düşündüm “ dedi. Yere sofra bezi sermekle başladı işe. Bir güzel hamuru kardı. Daha sonra iç malzemeleri hazırlayıp yufkayı açmaya başladı. Ben anca seyirciydim. Hayatımın hiç bir diliminde yufka açmayı öğrenememiştim. Arkadaş o kadar mı güzel yufka açılırdı. Yırtmadan zedelemeden kocaman yufkalar açarak iki tepsi böreği yapıp hazırladı. Üstüne yumurta sarısı sürme işi bitince sıra geldi fırına vermeye.

Bana ev hediyesi olarak Ankara’dan üstü ocak, altı fırın son model fırın gelmişti kargoyla . Ocağını kullanmama rağmen fırını hiç çalıştırmamıştım. Tek başına yaşadığım için hep öğünlük ve kolay yiyecekler tercihim olduğundan ilk kez çalıştıracaktık. Kapağını açtık sağına soluna bakıyoruz. Üstündeki düğmelere ayarlara her yerini anlamaya çalışıyoruz. Öyle yaptık olmadı böyle yaptık olmadı. Gülcan düğmelerden birini çevirip elini fırının içine uzatarak bir süre bekledi. Üsteki çubuklar kızarmaya başlamıştı. Hepimiz yerde eğilmiş fırının içine bakıyorduk. Kızarmış çubuklar hepimizi çocuk gibi sevindirmişti. Gülcan hemen tepsileri yerleştirip kapağı kapattı.

Bu arada biraz dağılan mutfağı toparlayıp çay suyunu koyduk. Arada bir eğilip eğilip kapağı açmadan böreği kontrol ediyorduk. Hepimiz acıktığımızdan sabırsızlanmaya başladık. Yeğenlerim Gülşah’la Zehra mız mızlanmaya başlamışlardı. “ Tamam pişiyor bak az kaldı biraz sabredin “ diye bir yandan onları oyalamaya çalışıyor bir yandan da sofrayı kuruyorduk. Nihayet börekler pişmişti. Öyle güzel gözüküyorlardı ki nar gibi kızarmış insanın iştahını kabartıyorlardı. Biraz soğuması gerekirdi. Ama kesip tabaklara koyarsak daha çabuk soğurdu.

Gülcan eline bıçağı aldı. Böreğe batırmaya çalışıyordu mümkün değil. Yeni bir deneme yapıyordu. Kesmenin imkanı yok, bildiğin taş. İki tepsi börek takır takır kupkuru olmuş, ne bıçakla ne elle kesmeyi başaramadık. Birbirimizin yüzüne bakakaldık. O kadar yiyeceğiz diye beklediğimize mi yanalım, Gülcan,ın o kadar uğraşmasının çöp olduğuna mı yanalım . İki tepsi böreği atmıştık. Sonra çok gülmüştük halimize. Fanı çalıştıracağımıza ızgarayı açmışız o da haliyle kurutmuş böreği. 2004 de onu akciğer kanserinden kaybetmiştik. Bir senenin içinde her şey oldu bitmişti.

Zaman zaman böyle hatırlarım işte. Benim yaşadığım bireyseldi. Koskoca Türkiye’nin başına gelen büyük felaketin yanında yaşadığım acı hafif kalıyor. İnsanın insana yaşattığı acılarında çeşitleri var. Evin yıkılıyor, yalnızca üzerinde o gün ne giymişsen onunla kalıyorsun. Artık bir yatağın yok. Yorgun argın işten geldiğinde ayağını uzatabileceğin koltuğun yok. Sokaktasın akşam karanlığında ışıklar yanmıyor her yer karanlık üşüyorsun. Karnın aç. Her yer beton yığını. Eşin çocukların annen baban kim sağ kim ölü bilmiyorsun. İşte insanoğlu ne olacağını bilmiyor .Say say bitmez yaz yaz bitmez. Kim ne yaparsa kendine yapıyor. Denir ki: Her koyun kendi bacağından asılır ama kokusunu da etrafa yayar. Ne kendimize ne başkalarına zarar vermesek ne güzel bir dünya olmaz mı?