İnebolu-Ankara arasındaki taşıma işleri, ağırlaşan kış koşullarının etkisiyle güçlükle yürüyor, ulaşımda ciddî gecikmeler meydana geliyordu. 

Kurtuluş Savaşı bütün hızıyla sürüyor, cepheler genişledikçe cephane ihtiyacı artıyor, birliklerin talepleri birbirini kovalıyordu. İstanbul’dan, düşman işgalindeki depolardan kaçırılan silâh ve mühimmat; geceleri kayıklar ve motorlarla İnebolu’da kıyıya çıkarılıyor, ilk araçlarla Kastamonu üzerinden Ankara’ya, oradan da cephedeki askerlere ulaştırılıyordu.

İnebolu’ya gelen motor ve vapurlarla sahile yine büyük miktarda topçu ve piyade cephanesi çıkarılmış, boşalan ambar ve depolar yeniden dolmuştu. İnebolu ve Kastamonu bölge kumandanları; mülkî makamlarla işbirliği yaparak, karlı dağların, çabuk hareket edilip yollar kapanmadan aşılmasını, cephanenin zamanında yerine ulaştırılmasını emrediyordu. Emir bütün karakollara da bildirildiğinden, jandarma ve bekçiler köylere dağılarak talimatı yaydılar. İnebolu-Ankara yolu, kısa sürede yüzlerce araba ve kağnıyla dolmuştu.

***

İnebolu-Kastamonu karayolu üzerinde bulunan Seydiler’in Satı köyü… Akşamüzeri, tellal bağırıyor: Duyduk duymadık demeyin. Cuma günü her haneden bir kağnı, İnebolu’ya yük taşımak üzere hareket edecektir.

Adettendi, herhangi bir sebeple tellal bağırmışsa, konunun görüşülmesi için köy odasında toplantı yapılırdı. Akşam yapılan toplantıda muhtar şu açıklamayı yaptı: İnebolu’ya getirilen cephane ve top mermilerinin cepheye taşınması için bütün çevre köylere görev verilmiş. Bizim köyün taşıma sırası cuma günüdür. O gün, İnebolu’dan 80 kağnı cephane yüklenerek Kastamonu’ya doğru yola çıkılması gerekiyor.

Akşam köy bekçisi sekiz kişinin evini dolaşıp yola ne zaman ve nasıl çıkılacağını bildirdi. Şerife Bacı da bu kişilerin arasında idi.

Şerife Bacı’yı henüz 16 yaşında iken evlendirmişlerdi. Düğünün üzerinden iki ay geçmişti ki, savaş başlamıştı. Kocasını askere almışlar, 6 ay sonra da şehit düştüğü haberi gelmişti. Şerife Bacı kimsesizdi, hiçbir geliri yoktu. “Bu tazeliğiyle yalnız kalması doğru olmaz” diyen köyün yaşlıları, onu bir savaş gazisiyle, Topal Yusuf ile evlendirdiler. Üç yıl sonra da bir kızları oldu, adını Elif koydular.

***

Evin işleriyle birlikte dışarı işlerini de Şerife Gelin yapardı. Öküzlerle çift sürmek, eşekle dağdan odun getirmek, ekin biçmek, döven sürmek, hepsi Şerife Gelin’e bakıyordu. Kocası Topal Yusuf’un savaşta sol bacağı kopmuş, yakınında patlayan bomba da bir gözünü kör etmişti. Bu haliyle onun iş yapması zaten mümkün değildi.

İnebolu'da cephaneler sırayla yüklendi. Yüklemesi tamamlanan kağnı yola çıkıyordu. Şerife Bacı’nın kağnısına da top mermileri yüklendi, yol verildi.  Şerife Bacı köyde bakacak kimsesi olmadığı için Elif’i de yanına almıştı. Bir süre sonra, İnebolu çıkışında kağnıyı durdurdu. Sırtında taşıdığı kızı için top mermilerinin arasında bir yer açtı. Yün yorganını da mermileri ve kızını yağıştan korusun diye, üzerlerine örttü. Tekrar kağnı başına geçerek “Bismillah” deyip öküzleri çekmeye başladı. Bu işe onlarca köy, çok sayıda kağnı katıldığı için yol güvenliği bakımından sorun yoktu. Soğuğa karşı korunaklı oldun mu, tamamdı! Hele hele öküzlerin de güçlü ise, iş daha kolaydı!

Şerife Bacı öküzleri çekiyor, kar ise sürekli yağıyordu. Kağnı tekerleri karla karışık çamurlu yollarda tek düze gıcırtılarla ilerliyordu. Bu durumda epeyce yol aldıktan sonra kağnı birden duruverdi: Kara öküz yürümüyordu. Her zamanki huyu idi; zorlamaya, yüke hiç gelemezdi. Şerife Bacı yulara asıldı. Hayır, yürümüyordu. Yağan kar durmuş, hava soğumaya başlamıştı. “Kurbanın olayım kara tosun” dedi Şerife Bacı, “beni perişan etme; haydi n’olur yürü!”

***

Kara öküz biraz daha yürüyüp boynunu eğdi. Ardından, olduğu yere gürpedek çöküverdi. Şerife Bacı “Eyvah! Ne yapacağım ben şimdi” diyerek tekrar kara öküzün yanına vardı: “Haydi kara tosunum. N’olur yatma, kalk. Boyunduruğa ben de koşulayım. Yeter ki sen kalk.” Kara öküz nice zorlamadan sonra yerinden kalktı. Ne var ki, boyunduruğu kaldıramıyor, başını yere bırakıyordu. Bereket, eşi olan sarı öküz güçlü idi; kağnı aslında oraya kadar onun sayesinde gelmişti.

Şerife Bacı, öküzlerin yularını arabanın okuna taktı. Kaç defa kara öküz yatmış, kaç defa boyunduruğu Şerife Bacı göğüslemiş, bunların artık sayısını unutmuştu. Ne kadar yol aldığını ise hiç bilmiyordu. Acıkmıştı, ancak dert etmiyordu. Biricik Elif’i aklına geldi, dönüp baktı, Elif uyuyordu. Soğuk dondurucu bir hal almıştı. Yorganı Elif kızın ve top mermilerinin üstüne iyice sıkıştırdı. Tekrar aceleyle arabanın önüne seğirtti, öküzleri çekmeye başladı. Nice önüne geçenler uzaklaşıp görülmez olmuş, nice arkasında olanlar Şerife Bacı’ya yetişmiş, geçip gitmişlerdi. Üzerlerine zimmetli olan cephaneyi yerine ulaştırmaktan başka bir şey düşünmüyorlardı.

***

Derken, kağnı tekrar durdu. Kara öküz yine yürümüyordu. Şerife Bacı ise üşüyor, tir tir titriyordu; çene kemikleri birbirine vuruyordu. Tipi o kadar artmıştı ki, ilerleyemiyordu. Durmanın ölüm olduğunu bildiği için ilerlemeye çalışıyor, bir yandan da elinin, ayağının uyuşmaya başladığını hissediyordu. "Yazıklar olsun sana; çekil boyunduruktan, çekil de ben koşulayım" dercesine bir süre kara öküze baktı. Öfkesinden üvendireyi kaldırdı, kaldırdı; sonra, birden karlar üzerine yuvarlandı. Yerden kalkabilmek için uzun süre çabaladı, kendini güç bela kağnının üzerine attı. Kısılmış sesiyle, öküzlere son bir defa "deh" dedi. Ne var ki, artık donuyordu. Tatlı bir uykunun etkisi altına girmiş, bedenini hissetmez olmuştu. Sonunda bütün ışıklar söndü, her şey karanlığa gömüldü.

***

Sonra ne oldu? Sonrasını Genelkurmay Başkanlığı’nın kayıtlarından öğreniyoruz: Kağnı şehrin dışında bulunan Kastamonu kışlasının yakınına kadar gelebilmiş, orada durmuştu. Kışlanın kule nöbetçileri, sabaha karşı alaca karanlıkta belli belirsiz kağnıyı fark ettiler. Hemen gönderilen iki asker kağnının yanına varınca bir an ürperdiler. Kağnının arkasında genç bir kadın hareketsiz yatıyordu. Cephanenin üstüne örtülü olan yorganı sanki kucaklamak ister gibiydi. Ne var ki, donmuş kaskatı kesilmişti. Kucaklayıp karlar üzerine yatırdılar. Tam o sırada ince bir ses duyuldu, bir çocuğun ağlamasıydı bu. Ses yorganın altından geliyordu. Hemen yorganı kaldırdılar. Gördükleri, top mermileri arasında otlara sarılı, eski çulların içinde bir kız çocuğuydu! Şerife Bacı, ıslanmasın diye kazağını cephanelerin üstüne örtmüş, üşümesin diye de yavrusunun üzerine abanmıştı. Sonuçta kendisi soğuktan donarak hayatını kaybetmişti.

Şerife Bacı daha 21 yaşındaydı. 

Vatanı ve yavrusu uğruna kendini feda eden bu kahraman anayı ve kızını arabaya yerleştiren çavuşlar kışlaya döndüler.