Cemreler düştü...

Soğuk kış günlerinin ardından sıcak ve rengarenk yaz günleri kapıda bekliyor artık...

Havalar birkaç haftaya kalmaz ilkbaharı müjdeler... 

Ağaçlarda çiçekler açmaya başlar...

Cilveli cilveli ötüşen kuşlar en güzel bahar şarkılarını fısıldar kulağımıza...

Kırlangıç, kumru, likyalar...Ben en çok da bülbülleri severim...Hani bir ötüşü vardır ya kimi zaman olur neşeli bir türkü gibi gelir, kimi zaman olur  ciğer yakan bozlak gibi gelir... 

Aşıktır ya anlayıverin işte... Aşığa sebep sorulmamış der susar dinlerim.

Bir de  çiçekler vardır... Hani şu canına yandığımın dünyasını cennete çeviren çiçekler, yeni gelin gibi süsleyen çiçekler, bayram çocuğu gibi süsleyen çiçekler...

Papatya, nergis, çiğdem, sümbül, kardelen, lale... Aşk da sevda da ilkbaharla birlikte en kararmış gönülleri çiçek bahçesine çevirir. 

İlkbaharı süsleyen en güzel çiçek de aşktır,  en güzel türküde sevda türküsüdür...

Sonra ıhlamur kokularıyla yaza kırmızı halı sereriz...Efil efil esen rüzgarların savurduğu o eşsiz kokular...Ah ah! 

Heyhat!

Bugünün bireyi yaşam kalitesi, mutluluk ve huzur gibi kelimeleri yan yana kullanabilmek için kapitalizmin eleğinden geçmiş bir inançla ihtiyacından fazlasına da sahip olmayı kendine hak görüyor.. Bunun için bir ömür gecesini gündüzüne katıyor da insanın en temel ihtiyacı düşünmek ve idrak etmek için kolunu kıpırdatmıyor... Kapitalizmin ninnileriyle rüya zannettiği bir kabusun için de debelenip duruyor.

Oysa kapitalizm, asla ihtiyaçlarınıza cevap vermez bilakis sizler için yeni ihtiyaçlar yaratır... Ardından oluşturulan bu yeni ihtiyaçlara gerçekten  ihtiyacınız varmış gibi hissettirerek reklam hilesiyle size dayatır...

Siz bir süre sonra kendi tercihlerinize göre değil kapitalizmin sizin için ortaya koyduğu seçeneklere göre yaşarsınız...Bu bir bakıma modern köleliktir...

Oysa ne kadar çok servet sahibi olursanız olun, ıhlamurun kokusunu doya doya içinize çekmeden, rengarenk çiçekler ve eşsiz doğa manzaralarının karşısına geçip göz banyosu yapmadan, doğanın musikisine kulağınızı yaslayıp ruhunuza felekten bir gün geçirtmeden ne kadar mutlu ve huzurlu bir yaşam kalitesine sahip olmuş sayılabilirsiniz bilemiyorum...

Her şeye rağmen  hepimize bağrını açıyor adına dünya dediğimiz şu gurbet eli..

Kimimiz kendine eksik, kimimiz kendine fazla...

Bir küçük bardağın içine okyanusu sığdırmaya çalışıyoruz da kendi kabuğumuza bile sığmayı beceremiyoruz... 

Hırsın, kinin, bencilliğin, öfkenin karanlığında başarıyı arıyoruz da asıl başarının mutlu olabilmekten gayrısı olmadığını göremiyoruz... 

Bununla birlikte, yaşam her şeye rağmen yaşamaya değer.  Sadece yapmamız gereken tek şey bakış açımıza cila çekmek ve algılarımızın pencelerini gün ışığına karşı sevginin gücüyle açıvermek. Emin olun o vakit,  ruhumuza kasvet yükleyen gölgeler kendiliğinden dağılaverecek..

Kapitalist dünyanın bugünün bireyi için formüle ettiği 'her zaman daha fazlasını iste' anlayışının peşine takılıp her dem kendinizi yetersiz hissetmektense  ihtiyacınız kadarına sahip olmayı isteyerek yaşamın içinde saklı kalmış hakiki mutluluk ve huzurun üzerindeki örtüyü kaldırmayı denemelisiniz..

O vakit yaşamın hikmetlerle dolu sözlüğündeki mutluluğu tarif eden her bir kelimeyi ezberleyebilirsiniz...Ve sanırım bundan daha güzel de bir ezber olmaz..

Esenlikler dilerim...