Ahir ömrümde.

Böyle bir yarılma, kararma, zehirlenme, küçümseme,

Kaşlarını çatma, sesini yükselterek karşısındaki insanı alt etmeye çalışma görmedim.

Evet, ekonomi kötü, doğru politikalarla düzelir.

Üretim de aynı.

Sanatkarların sayısında endişe verici düşüş var; pratik yapılarak, elimizi taşın altına koyarak bu sıkıntı da ortadan kalkar.

Tarım ve hayvancılıkta gelinen nokta belli,

İşi bildiği söylenen Vahit Kirişçi, canlı hayvan ithalatı ile zam sağanağını önleyeceğini sanıyor ama kırmızı ete son 20 günde gelen zam yüzde 30’u buldu. Merak etmeyin, tarlada ekileni hayvana yedirirsek, bu sorun da ortadan kalkar, ucuz ete herkes ulaşır, istihdam çoğalır, ithalat biter, ihracat başlar.

Devleti yöneten iktidar ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 12 sene önceki üslubuyla, son 4 yıldaki kullandığı dil, tabanı, sokağı, caddeyi, komşuyu, akrabayı acayipleştirdi…

Yukarıda, ülkenin yaşadığı sıkıntılarla ilgili bazı örnekler verdim, tablo daha da uzuyor ama daha fazla anlatmaya gerek yok.

Her sorunun üstesinden gelinir ama insan zehirlendiğinde, çürüdüğünde tedavisi çok uzun yıllar alıyor.

Domates, marul, ıspanak gibi değil yani. Ektikten kısa süre sonra gıdaya dönüşmüyor.

Neredeyse her gün halkın içindeyiz, sorular soruyor, yaşanan sorunlara dikkat çekiyoruz.

Farklı siyasi görüşte, düşüncede, inançta olanların bir birlerine olan tahammülsüzlüğü çok ciddi bir sorun haline geldi.

Bu hastalık, kanser mikrobundan bile daha tehlikeli.

Yukarıdan aldıkları gazla zıvanadan çıkanları üzülerek izliyor, görüyoruz.

Ekonomi soruyoruz, döviz artışını dile getiriyoruz, “hainsiniz, bölücüsünüz” diyen şaşkınlar var.

“Burası İzmir, burada AK Partililer yaşayamaz” diyenler gibi!

***

Dün meslek büyüğüm Suat Oktay Şenocak, eksik olmasın, bana kameramanlık yaptı. Yükselen dolar, Euro ve yaklaşan seçimleri sorduk.

Yaşı 60’ı aşmış bir vatandaşa mikrofon uzattım.

Dolar ve Euro’daki hareketliliği sorunca, “senin dövizle ne işin var, Türkiye’nin ekonomisini döviz mi belirliyor. Senin Türk paran belirliyor” dedi ve zehrini kustu: “Sizin gibi hainler olduğu müddetçe bu işler böyle olmaz. Siz hainsiniz, fitnesiniz, fesatsınız, siz algı yapıyorsunuz, ülke hainisiniz. Vatan, millet hainisiniz. Ülkenizin ekonomisinin bozulmasıyla sevinen insanlarsınız. Allah belanızı versin.”

Evet, durum bu.

Böyle hakaretlere, sevgi belirleyiciye ne demem gerekiyor, bela okuyunca, ben de kendisine “senin Allah belanı versin” iadesinde bulundum. Çünkü sabrım taştı, ben de bir insanım.

Dahası var, PKK’lılar, küfürler, beslemeler, haddini aşan hakaretler ve iftiralar.

Bu zavallı bizi şikayet etmiş, bir süre sonra yanımıza gelen, daha önceden tanıdığımız, elindeki telefonla çekim yaparak yasa dışı iş yapan ve bizi sürekli şaşırtan sivil polis,  provokatör amcayla konuştu, olayı baştan yatıştırmak istedi, amcaya “bu işten bir şey çıkmaz” şeklinde bir şeyler söyledi ama olmadı.

Sonuç olarak karakolluk olduk. Orucumuzu su içerek bozduk. İfade verdik, güç zehirlenmesine uğrayan, ağzından çıkanı kulağı duymayan, sorulan sorudan rahatsız olacak hale gelen amcadan şikayetçi olduk.

Durum bu.

Seçime 30 gün var.

Unutmayın, Millet İttifakı kazandığının ertesi günü ülke güllük gülistanlık olmayacak. Mevcut iktidar için de aynısı geçerli.

15 Mayıs sabahı dolar, euro düşmeyecek.

Hayvan yeminin torbası 425 TL’den 100 liraya da inmeyecek.

Doğru politikalarla zaman içinde çöken ekonomi düzelir mi, kesinlikle düzelir.

***

Ya insan?

Bir kere hastalandı mı insan “insanlığını unutur” ve insanlığını unuttu mu, “hiçbir şeyle” hayat arasındaki farkı göremez olur.

Asıl sorun burada, kokuşmuşluk kalbe, vicdana işlemiş. Münafıklık ve riyakarlık zirve yapmış durumda.

Kızına tacizde bulunan “turizmci, gazeteci” geçinen sapıkla aynı partide siyaset yapan, yaşananları unutup, bu alçağı itibarsızlaştırmayı düşünmeyen, bu alçakla ilgili kendisine çeşitli çekinceleri olduğunu söyleyenlerin uyarılarına aldırış etmeyen “şahsiyetin” davranışları çürümeyi büyütüyor…

Senin kötün iyidir mantığıyla hareket edenler, farkında olmadan çukuru genişletiyor.

Geçen hafta Ulu Mahalle Cami imamına, ibadethanenin içinde, cemaatin şahit olacağı şekilde, “Hocam, size uyup namaza duran bazı kişiler, sizden önce rükuya eğiliyor, secdeye vardığında namazı bozuluyor. Bunu da bilmiyor. Siz arkanızda ne olduğunun farkında değilsiniz. Ezandan önce mabede gelseniz, her gün, namazla, bozulan komşuluğumuzla, akrabalıklarla, selam vermeyi unutanlarla ilgili uyarılarda bulunsanız?” dediğimde, bu yaşa kadar öğrenmemişler, bundan sonra öğrenemezler cevabını vermişti, Hz. Peygamber’in bıkıp, usanmadan yaptığı çağrıları unutarak, cami için para toplamayı unutmayan Diyanet’in maaşlı namaz kıldırma memuru.

Bitiriyorum,  bir lokma ekmekle de, çorbayla da karnımız doyuyor ama asıl doyurulması gereken, insani kodlarımıza geri dönecek lokmalarla beslenebilmemiz.

Kibir ve kin denizinden çıkmalıyız, etimizi, bedenimizi çimdikleyen adımlar atmalıyız.

Çünkü fena şekilde çürüyoruz…