Makedonya’nın Başkenti Üsküp…
İnsanı hem zamanın dışına hem de içine çeken bir şehir.
Balkanlar’ın göğsünde, geçmişin ince izleriyle bugünün iri kıyım temsilleri arasında sıkışmış bir sahne gibi.
Ne zaman gitsem huzur buluyorum.
Dostlarla buluşuyor, selamlaşıyor, kaldırımlarında yürüyor, Vardar’ın sesini dinliyorum.
Taş köprüye geldiğinizde hissedersiniz, o kalabalığı.
Ama bu kalabalık, yaşayanlardan değil; bronzdan, mermerden, betondan yapılmış, suretlerden oluşuyor.
Heykel bolluğu mu desem?
Yoksa israfı mı?
Ya da başka bir şey mi anlatmak istiyor bu suskun kalabalık?
Tarihi Çarşı’dan çıkıp köprüye vardığınızda gözlerinize göz dikmiş dev figürler.
Kim oldukları kadar, neden orada oldukları da büyük bir soru.
Makedonya'nın geçmişini mi anlatıyorlar gerçekten?
Yoksa bugünün politik güç gösterisinin granit bedenleri mi onlar?
Bir algının eseri olduğu kesin.
Daha çok haç, daha çok papaz, rahip, asker…
Sanmışlar ki gören Hristiyan olur, hiçte öyle değil. Baksanıza İran Şiiliği dikte ederken, hainler biriktirip, komutanlarını Siyonist katillere öldürttüğünü ibretle izliyoruz!
***
Gönlünüz sıkışmışlıktan kurtulunca, Üsküp'ün eski mahallelerinden geçerken başka bir hikâye fısıldanır kulağınıza.
Hanlar, çeşmeler, yüksek katlı olmayan evler, siyasetin algısından kurtulmuş, günlük yaşayan, tebessüm eden insanlar ve mütevazı camiler.
Gösterişsiz, sessiz. Ama hâlâ oradalar.
Osmanlı'nın izleri. Kendine has bir vakar. Gürültüsüz bir geçmiş.
Bir kere daha, köpek sayısının azlığını fark ettim.
Ne Hristiyanlar ne de Müslümanlar hayvan sevgisinden mahrum. Bizim kadar sevgi ve merhametleri var.
Ama burada mama sektörünün köpürttüğü bir vitrin yok.
Herkes kendi halinde.
Köpek bakma derdinde değil.
Bahçesi olan tavuk besliyor, yumurtasını alıyor.
Kimi koyun bakıyor, kimi inek. Etinden, sütünden faydalanıyorlar.
Getirisi olan bir sevgiyi seçiyor insanlar.
Kısacası tüketimle değil, üretimle kuruyorlar bağı, ekonomik zarara da uğramıyorlar.
***
Üsküp’e 2 günlüğüne gelmemdeki neden, sebep.
Rumeli Kanaat Önderleri Uluslararası İnsan Hakları ve Kültür Ödül Töreni.
Kosova’dan, Bosna’dan, Romanya’dan, Batı Trakya’dan, Bulgaristan’dan, Arnavutluk’tan gelen bilim insanları, sanatçılar, akademisyenler, eğitimciler…
Filarmoni Konser Salonunda,
İnsana dokundukları için alkışlandılar, hizmetleriyle ödüle layık görüldüler.
Törenin onur konuklarından biri de Kuzey Makedonya Başbakan Birinci Yardımcısı İzzet Meciti idi.
Dedi ki: “Barış ve kültürel iş birliği; katı tutumların ötesine geçme iradesiyle, karşıdakini anlamaya ve onur çerçevesinde birlikte yaşamaya istekli olmakla mümkündür. İnsan hakları yalnızca adaletsizlikten korunmak değil, aynı zamanda kamusal hayata tam katılım, duyulma ve değer görme hakkıdır” derken,
Türkiye’nin Balkanlar’daki hamilik misyonuna da dikkat çekti.
Bu dikkat, elbette karşılıksız değil.
Mesela, Üsküp Büyükelçimiz Fatih Ulusoy da konuşmasında,
Türkiye ile Balkan ülkeleri arasında tarihî, kültürel ve beşerî bağların ne kadar güçlü olduğunu hatırlattı: “Bu topraklarda yaşayan tüm kardeşlerimizle kader ortaklığımız var” dedi.
Kader ortaklığı…
Ne büyük cümle!
Ve ne ağır bir sorumluluk aslında…
Evet…
Nasıl ki Vatikan bu coğrafyada boş durmuyor,
Yatırım yapıyor, cemaatini örgütlüyor…
Türkiye de daha fazlasını yapmalı.
Bu topraklar ihmal edilmemeli.
Üretim artmalı, göç frenlenmeli,
Ve belki en önemlisi:
Kardeşlik bağı; samimiyetle, dertlenmesini bilenlerle projeler üretilmeli.
***
Katılımcılar arasında,
Kim ne derse desin, Balkan coğrafyasına yardımseverleri örgütleyerek yaptığı hizmetleriyle tanınan, Rumeli Kanaat Önderleri Platformu kurucuları arasında yer alan AK Parti Yerel Yönetimler Başkan Yardımcısı Recep Altepe, farklı ülkelerden gelen misafirlere hitaben yaptığı konuşmada önemli mesajlar verdi.
“Ekonomik kriz ve nüfus kaybı, Balkanlar’ın en büyük tehditleri” dedi.
Platformun bir başka kurucu üyesi Bayram Vardar'ın, Üsküp'teki bu kocaman organizasyonla ilgili kabiliyeti ve toparlayıcılığını da hatırlatmak gerekiyor.
Bitirirken,
Güçlü demokrasi, ticaret, ekonomik işbirliği ve elbette halklar arasında bağların güçlenmesi şart ve gerekli.
Çünkü, bir şehri sadece taşlar, betonlar, heykeller anlatmaz…
Oradaki insanın sesi, bakışı, duası, dostluğu. Hepsinden daha çok şeyi ruhumuzun derinliklerinde hissettirir.
Yani,
Rumeli Kanaat Önderleri, bu toprakları ihmal etmemeli, pratik adımlar atmalı, attırmalılar.