Hani derler ya, “iliklerime kadar işledi” diye, işte öyle bir soğuk.

Haziran olsa, Temmuz olsa gece demiyorlar ama dışarıda ayaz olunca gece yarısı oluveriyor işte!

Saat 23’ü geçti,

Yıldırım ilçesine bağlı İpekçilik’te bir çöp konteynerinin yanında bir adam ve köpeği. Adeta bir birlerine sarılmışlar.

İsminin Necati olduğunu söyleyen 65 yaşlarındaki amca, çöpten bulduğu yiyecekleri can dostuyla birlikte yiyorlardı. Evin, ailen yok mu diye sordum, yok dedi. Yardımcı olmak istediğimi söylediğimde ilk sözü, “haydi git işine” oldu.

“Sakın fotoğrafımı falan çekme” diyerek fırçaladı. “Dışarısı çok soğuk, belediyenin barınma evi var” desem de, amca kuru ekmeği ve pörsümüş çarliston biberini yiyordu. Ne yaptıysam ikna edemedim, para teklifimi bile geri çevirdi.

Biraz sohbet ettik, 2 çocuğunu trafik kazasında kaybetmiş, hanımı kanserden ölmüş, kararlı bakışları var, psikolojisi bozulmuş. Son sözü şu oldu, “ Sokaklar ve bu hayvan bana samimi dostlar.”

Setbaşı’ndan aşağıya doğru yürüyorum, Irgandı Köprüsü’ne girdim. Çarşı esnafının lambaları sönmüş, kapılarda asma kilitler var. Kayhan’a doğru ilerlerken karşıma bir kadın çıktı. Saat 24’e 5 var. Plastik ve karton topluyor, haliyle çöpleri karıştırıyor.

“Abla kolay gelsin. Teşekkür ederim. Gece yarısı korkmuyor musun? Şu ana kadar bir sıkıntı yaşamadım, kendimi koruyacak güçteyim.”

Sıkı durun!

Hanımefendi, gündüz başka bir işte asgari ücretle çalışıyormuş. Eşinden ayrılmış, ev kira, 3 çocuğu ve yaşlı annesine bakabilmek için çalışıyor. Çok ilginç, Bursa’nın sokaklarında gece yarısı karşılaştığım iki insan da, haysiyetli, kimseye eyvallahları yok.

Yavrularına bakabilmek için gecesi gündüze karışan anneye, zar zor hediye verdim. Israr etmeme rağmen nerede ikamet ettiğini söylemedi.

Onuruyla yaşayan, eğilip bükülmeyen, yüreği yaralı iki insan.

Sıvalı hanelerin ışıldayan avizelerinin altında ülkeyi kurtarmaya talip olanlarla, sıvasız hanelerdeki feryatları işitemeyenler, yangını, azığını çöpte arayanları, soğukta köpeğine sarılanları, ayazda plastik atık toplayanları tabi ki göremezler?

Hani şu meşhur, “dilimde tüy bitti” öğüdü, demek ki bu şehrin yöneticilerinin iliklerine işlemiyor. Şatafat ve kibir duvarı, beylere ve baylara mezarların pencereli olduğunu hayal ettiriyor.

Çünkü üşümüyorlar, çünkü bayır çıkmıyorlar, köprü altılarına kafalarını uzatmıyorlar. İflasın eşiğine gelmiş esnaf ziyareti yaparken bile gülüyorlar.

O yüzden,

Sadece demir paslanmıyor yoldaş, paslanan kalplerimiz var bizim, gözleri kör eden!

Sahi, Hz Ömer nerede anne!

***

HRANT DİNK

Agos gazetesi onun çocuğu gibiydi.

Bu toprakların rengi ve kıymetlisiydi.

19 Ocak 2007’de, evladının kapısı önünde pusu kurdular, öldürdüler.

Kendisini tanıdığım için kendimi şanslı hissediyorum.

Cenazesine katılan on binleri hatırlıyorum.

Gazetenin önünden Şişli Camii'ne kadar caddeyi dolduranların haykırışlarını.

Hrant Dink düzgün bir insandı, toprağı bol olsun.