Yaşadığımız teknoloji çağının sağladığı nice imkân, yanında birçok olumsuzluk getirdi.

Bunlardan birisi, sosyal medyanın bireyler üzerindeki etkisi.

Yaşadığımız ülke, şehirler, ilçeler, mahalleler gitgide sosyallikten uzak hale gelmeye başladı.

İnsanlar telefonlarından başlarını kaldırıp çevrelerine dahi bakmıyor.

Yaşanan trajediler bile dijital ortamlara taşındı.

Hepimiz şahidiz, 5-10 sene öncesine kadar kötü bir olay yaşandığında toplum olarak tabiri caizse yasa bürünürdük.

Artık birkaç Tweet, sosyal medya gönderisiyle acılar paylaşılıyor!

Aslına bakarsanız olumlu olan olayları, güzellikleri de göremiyoruz.

En basit örneği, şehir içi seyahat ederken yolları, doğayı, etrafı değil ekranları izliyoruz artık.

Telefonsuz yaşayamadığını düşünen gençlerin sayısı hızla artıyor.

Çocuklar sokakta oyun oynamıyor.

Akraba, komşu ziyaretleri yok denecek kadar azaldı.

Eş, dost buluşmalarında telefonun bireyleri esir alması, samimi havanın dağılmasına neden oluyor.

Teknoloji birçoğumuzu nefse göre dünya kurmaya itti; zamanımızı, ruhumuzu çalan hırsıza dönüştü.

Kimse kusura bakmasın ama üretmekten çok, tüketen bireyler ortaya çıktı.

Akıllı telefonlar çıkacak denildiğinde başımıza nelerin geleceğini idrak edemedik. Yani uçurumun kenarında gezindiğimizin farkına varamadık.

Maalesef dijital egemenlerin kölesi haline dönüştürülen insanlarla karşı karşıyayız.

Sanırım bu kumpasın karşılığı; itaat eden, sorgulamayan, tepki gösteremeyen, yere düşeni görmeyen, yardım etmeyen, paylaşmayanlar ve riyakârlaşanlar olsa gerek…

Kısacası cümbür cemaat çürüyoruz ama ekranlara yansıtılanlara bakınca, yalandan mutluluk pozları karşımıza çıkıyor.

Yeni olmasa da anne-babalarını, daha da yaygınlaşan, huzurevi denilen hapishanelere terk edenlerin sayısındaki artış ve buralarda çok iyi hizmet veriyoruz diye övünen belediyeler!

Yanı sıra bu utanca, rezilliğe bile gülümseyenler…

Çok kitap okuyunca adam olduğunu sandığımız kişiler, iyi- nitelikli kitap okumadıkları için düşünen, konuşan vicdansız canavarlara dönüşüyor.

Geçen gün,

Hem maddi hem de manevi olarak çok zor bir süreçten geçen biriyle karşılaştığımda bana bakıp şöyle demişti, “abi keşke kıyamet kopsa da, müptezellerden kurtulsam.”

Nasıldı o şey; paralı yaşam koçu, adalet, hakikat, hakkaniyet, haysiyet ve yeniden insan olabilmek…

Yaratılmış olmayı unutup, zehirlenmeyi, şımarmayı, semirmeyi ve teknolojik aygıtları satın alıp algı operasyonu yapmayı tercih edince insan, ruhunu, vicdanını kaybediyor. Tıpkı Ağrı’nın soğuğunda yanında üşüyen çocuğu fark edemeyen Savcı Sayan gibi oluyor!